20 Ocak 2018 Cumartesi
Anamın Kitabı - Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun belki romanlarımın bütün anahtarlarını verdiğim kitabım dediğ Anamın kitabı onun en önemli yapıtlarından biridir. İçindeki çocuğu dirilttiği bu kitabında Yakup Kadri, çocuklluk anılarından öte, bilinçaltına bir yolculuk yapma iddiasındadır. İnsanın alınyazısı çocukluğunda yazılmıştır ve hangi yaşa girerse girsin şuurunun altında daima çocuk kalışınını sebebi bundadır. diyen yazar, Anamın kitabı'yla klasik romanın çok yaygın bir görüşünü, karakter kaderdir formülünü onaylıyor.
Anadolu Notları - Reşat Nuri Güntekin
Yazar, Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişliği sırasında, uzun yıllar boyu Anadolu'da yaptığı gezilerin sağladığı gözlemlerinden bir bölümü bu kitapta toplamıştır. Özellikle Anadolu'da sık sık rastlanan tuluat tiyatrolarına da değinilen kitap, yazarın çeşitli yazılarından oluşuyor.
Al Gözüm Seyreyle Salih - Yaşar Kemal
Al Gözüm Seyreyle Salih’te Karadeniz’in küçük bir kasabasında on bir yaşındaki Salih’in, kanadı kırık bir martıya duyduğu sevgi ve mavi oyuncak bir kamyonu elde etme isteği konu alınır. 1970’lerin Türkiyesi, dönemin insan, devlet, iktidar ilişkileri Salih’in dünyasını çevreler. Yaşar Kemal, Salih’in gözünden hayata bakar ve çocukluğun bahçesinden, Türkiye’nin genel yapısını tüm inceliğiyle çizer.
“Yaşar Kemal bir halkın kültürünü temsil etmektedir. Epiği geniş, katıksız bir halkçı temele yaslanmıştır. Romanları yaşamın zenginliği, sıcaklığı, güzelliğiyle doludur.”
Joel Ohlsson, Arbetet, (İsveç)
“Yaşar Kemal’in yapıtları olgun, nefis bir meyve tadarcasına okunuyor.”
Gérard-Humbert Goury, Le Matin, (Fransa)
“Kemal büyük bir sevecenlik ve merhametle yazıyor.”
Daily Telegraph (İngiltere)
“Yaşar Kemal’in destansı anlatımında hiçbir şey küçük değil. Onun her sözü, denizin köpüren dalgaları gibi çağıldıyor.”
Frankfurter Allgemeine Zeitung, (Almanya)
“Yaşar Kemal bir halkın kültürünü temsil etmektedir. Epiği geniş, katıksız bir halkçı temele yaslanmıştır. Romanları yaşamın zenginliği, sıcaklığı, güzelliğiyle doludur.”
Joel Ohlsson, Arbetet, (İsveç)
“Yaşar Kemal’in yapıtları olgun, nefis bir meyve tadarcasına okunuyor.”
Gérard-Humbert Goury, Le Matin, (Fransa)
“Kemal büyük bir sevecenlik ve merhametle yazıyor.”
Daily Telegraph (İngiltere)
“Yaşar Kemal’in destansı anlatımında hiçbir şey küçük değil. Onun her sözü, denizin köpüren dalgaları gibi çağıldıyor.”
Frankfurter Allgemeine Zeitung, (Almanya)
Ağrıdağı Efsanesi - Yaşar Kemal
Bir aşk destanı olan Ağrı Dağı Efsanesi geleneklerini Mahmut Han'a karşı savunan Ahmet ile Gülbahar arasındaki aşkı konu alır. Efsanelere ve halk söylencelerine yürekten bağlı Yaşar Kemal'in bu romanı, insan psikolojisinin derinliklerini de içerir.
"Yaşar Kemal Anadolu'nun halk edebiyatıyla alışveriş içindeyken başladı yazmaya. Gerçek bir yazar olduğu için de dilin duyarlığından, şiirsel destanın tek kahramanıolan Türk halkının kültüründen esinlenmesini bildi."
- Jeliha Hafsia, La Presse, (Tunus)
"Yaşar Kemal'in romanı Tolstoy'un çapına ve Dickens'ın canlılığına sahiptir."
- Manchester Guardian, (İngiltere)
"Zengin, renkli ve zekice bir nitelikle bezenmiş bir üslup ve yazdığı her kelime sert, cilalanmış, ayrıksı ve bir buğday tanesi gibi potansiyel olarak üretken."
- Irish Times, (İrlanda)
'Kitabın güzelliği zengin şiirsel dilinde, efsane ve mit duygusunda yatıyor.'
-Sunday Telegraph
"Yaşar Kemal Anadolu'nun halk edebiyatıyla alışveriş içindeyken başladı yazmaya. Gerçek bir yazar olduğu için de dilin duyarlığından, şiirsel destanın tek kahramanıolan Türk halkının kültüründen esinlenmesini bildi."
- Jeliha Hafsia, La Presse, (Tunus)
"Yaşar Kemal'in romanı Tolstoy'un çapına ve Dickens'ın canlılığına sahiptir."
- Manchester Guardian, (İngiltere)
"Zengin, renkli ve zekice bir nitelikle bezenmiş bir üslup ve yazdığı her kelime sert, cilalanmış, ayrıksı ve bir buğday tanesi gibi potansiyel olarak üretken."
- Irish Times, (İrlanda)
'Kitabın güzelliği zengin şiirsel dilinde, efsane ve mit duygusunda yatıyor.'
-Sunday Telegraph
19 Ocak 2018 Cuma
Akıntıya Karşı - Asaf Savaş Akat
Kitapta Prof. Dr. Asaf Savaş Akatın 80'li ve 90'lı yıllarda çeşitli dergi ve gazetelerle yaptığı mülakatlar derlenmiştir. Bu mülakatlar Siyaset Söyleşileri altbaşlığı ile bir araya getirilmiştir. Söyleşiler siyaset, tarih, ekonomi, Kemalizm, laiklik, alty ok gibi konularla alakalıdır.
Allah’ın Askerleri - Yaşar Kemal
Yaşar Kemal İstanbul'un çeşitli semtlerinde çocuklar arasında dolaşarak onların hikayelerini anlatır. Küçük yaştaki bu çocuklar, sokaklarda yatıp kalkıyor olmalarına, kimsesizliklerine, hor görülmelerine, açlığa rağmen hala hayatta, hala insan kalmışlardır. Allahın Askerleriyle yapılan röportaj zengin bir dille hüzünlü bir hikayeye dönüşür.
Yaşadığım Gibi - Ahmet Hamdi Tanpınar
Tanpınar'ın gazete ve dergilerdeki yazılarının derlenmesinden oluşan Yaşadığım Gibi 7 bölüm halinde düzenlenmiştir:
1. İnsan ve cemiyet,
2. İnsan ve ötesi,
3. Üç şehir (İstanbul, Bursa, Maraş),
4. Paris tesadüfleri,
5. Türk edebiyatı,
6. Musıkî,
7. Plâstik sanatlar.
Bu yazıların çoğu deneme özelliği taşısa bile yine de Tanpınar'ın Türk kültürü, medeniyeti, edebiyatı, sanatlar, batı dünyası üzerindeki fikirleri bakımından önemli bilgiler ihtiva etmektedirler.
1. İnsan ve cemiyet,
2. İnsan ve ötesi,
3. Üç şehir (İstanbul, Bursa, Maraş),
4. Paris tesadüfleri,
5. Türk edebiyatı,
6. Musıkî,
7. Plâstik sanatlar.
Bu yazıların çoğu deneme özelliği taşısa bile yine de Tanpınar'ın Türk kültürü, medeniyeti, edebiyatı, sanatlar, batı dünyası üzerindeki fikirleri bakımından önemli bilgiler ihtiva etmektedirler.
Yediçınar Yaylası - Kemal Tahir
Kemal Tahir'in, bir üçleme oluşturan ve Çorum çevresinde geçen "Yediçınar Yaylası," "Köyün Kamburu" ve "Büyük Mal" adlı romanları; Tanzimat'ın ilanından Atatürk'ün ölümüne kadar geçen dönemde, üç ayrı nesil çevresinde, toplumdaki sosyal gelişmelere uygun olarak değişen mülkiyet ilişkilerinin, toprak ağalığı düzeni ve eşkıyalik hareketlerinin gerçek yüzünü anlatır.
Kemal Tahir'e özgü yaratıcılık ve dehayla dolu bu romanlarda, dahiyane bir biçimde üsluplaştırılmış Çorum ağzıyla, geleneksel halk hikayeleri ve meddah anlatımından yararlanılarak, Tanpınar'ın deyimiyle, büyük bir dil makinesi üretildiği görülürü.
"Bir neslin yüz akıdır Kemal Tahir. Türk düşüncesine ufuklar açmıştır. Türk romanının en yiğit, en güçlü, en büyük temsilcisidir. Belki de çağdaş romanın demeliydim..."
- Cemil Meriç
Kemal Tahir'e özgü yaratıcılık ve dehayla dolu bu romanlarda, dahiyane bir biçimde üsluplaştırılmış Çorum ağzıyla, geleneksel halk hikayeleri ve meddah anlatımından yararlanılarak, Tanpınar'ın deyimiyle, büyük bir dil makinesi üretildiği görülürü.
"Bir neslin yüz akıdır Kemal Tahir. Türk düşüncesine ufuklar açmıştır. Türk romanının en yiğit, en güçlü, en büyük temsilcisidir. Belki de çağdaş romanın demeliydim..."
- Cemil Meriç
Yer Demir Gök Bakır - Yaşar Kemal
"Birden bu barok kişilerin harikulade serüvenine kapılırsınız, acımasız gerçekle efsane arasında gider gelirsiniz. Yaşar Kemal ya da bir halkın dehası."
-Martine Bauer,Le Matin de Paris,(Fransa)-
"Yaşar Kemal'in özgün ya da bilge bir anlatıcıdan çok daha başka bir şey olduğunu bir kez daha kabul etmek gerekir.(...) Yazar ve halkı sanki gerçekten tek bir bütünmüş gibi, kişileri de anlatımı da aynı şiirsel imgelemi ve aynı büyüleyici çekiciliği taşır."-Journal de Centre, (Fransa)
"Toprağa ve gökyüzüne kenetlenmiş köylünün sert yaşamını düşleyebilenler, bir gemiye biner gibi binsin bu demirden toprağa bizlere sonsuza dek yasak edilmiş bu serüveni yaşasınlar."-MN. Rieux, Que Lire, (Fransa)
"İnsanlara karşı acımasız bir toprağın temposu..."
-Martine Bauer,Le Matin de Paris,(Fransa)-
"Yaşar Kemal'in özgün ya da bilge bir anlatıcıdan çok daha başka bir şey olduğunu bir kez daha kabul etmek gerekir.(...) Yazar ve halkı sanki gerçekten tek bir bütünmüş gibi, kişileri de anlatımı da aynı şiirsel imgelemi ve aynı büyüleyici çekiciliği taşır."-Journal de Centre, (Fransa)
"Toprağa ve gökyüzüne kenetlenmiş köylünün sert yaşamını düşleyebilenler, bir gemiye biner gibi binsin bu demirden toprağa bizlere sonsuza dek yasak edilmiş bu serüveni yaşasınlar."-MN. Rieux, Que Lire, (Fransa)
"İnsanlara karşı acımasız bir toprağın temposu..."
Yılanı Öldürseler - Kemal Tahir
Hasan aile onuru uğruna akrabaları ve köylülerin baskısıyla annesini öldürmek zorunda kalır. Dokuz yaşında işlediği bu cinayeti hiçbir zaman aklı almayacak, kabullenmeyecek ve anlamlandıramayacaktır. Toplumsal cinnetin bir çocuğu katil olmaya sürüklemesinin romanı Yılanı Öldürseler kurban kavramına odaklanır.
"Zengin yaratısı, Yaşar Kemal'i herkese seslenen zaman ötesi büyük klasiklere yaklaştırmaktadır."
- Michel I. Makarius, Jeune Afrique, (Fransa)
"Yılanı Öldürseler'deki derinlik hem ekonomik ve toplumsal yanları gösterilerek işlenen temanın anlamsal yoğunluk taşıması, hem de roman kişilerinin karakteristik özelliklerinin başarıyla işlenmesinden kaynaklanır."
- Feridun Andaç, Yazınsal Gerçekçiliğin Boyutları-
"Zengin yaratısı, Yaşar Kemal'i herkese seslenen zaman ötesi büyük klasiklere yaklaştırmaktadır."
- Michel I. Makarius, Jeune Afrique, (Fransa)
"Yılanı Öldürseler'deki derinlik hem ekonomik ve toplumsal yanları gösterilerek işlenen temanın anlamsal yoğunluk taşıması, hem de roman kişilerinin karakteristik özelliklerinin başarıyla işlenmesinden kaynaklanır."
- Feridun Andaç, Yazınsal Gerçekçiliğin Boyutları-
Yol Ayrımı - Kemal Tahir
Kâmil Bey de Anadolu'da serbesttir artık ...
Türkiye'yi kuşatan bir "serbest"lik rüzgarı esmeye başlar zamanla.
Bu serbestlik, değişen ya da değişmiş gibi görünen insanların maskelerini birer birer düşürürken, İstanbul'da hayat giderek zorlaşır. Kâmil Bey, yıllardır özlemini duyduğu biricik kızı Ayşe'ye kavuşmaya çalışırken, Kurtuluş Savaşı'nda yüz binlerce insanın kanıyla kurtulan vatan, artık demokrasi mücadelesi vermektedir.
Serbest Fırka'nın kuruluşu, Darülfünun'da meydana gelen ayaklanmalar, İstanbul sokakları ve tarihin derinliğinde kalan ayrıntılar...
"Yol Ayrımı", savaştan zaferle çıkmış bir milletin demokrasi yolunda attığı bebek adımlarının izdüşümlerini aktarıyor okura.
Türkiye'yi kuşatan bir "serbest"lik rüzgarı esmeye başlar zamanla.
Bu serbestlik, değişen ya da değişmiş gibi görünen insanların maskelerini birer birer düşürürken, İstanbul'da hayat giderek zorlaşır. Kâmil Bey, yıllardır özlemini duyduğu biricik kızı Ayşe'ye kavuşmaya çalışırken, Kurtuluş Savaşı'nda yüz binlerce insanın kanıyla kurtulan vatan, artık demokrasi mücadelesi vermektedir.
Serbest Fırka'nın kuruluşu, Darülfünun'da meydana gelen ayaklanmalar, İstanbul sokakları ve tarihin derinliğinde kalan ayrıntılar...
"Yol Ayrımı", savaştan zaferle çıkmış bir milletin demokrasi yolunda attığı bebek adımlarının izdüşümlerini aktarıyor okura.
Yolsuzluk, Şiddet, Bağımlılık - Uğur Mumcu
Bazı ülkelerde bazı kimseler, devleti soymak için politikacı kılığına girerler. Partilerde, parlementoda boy gösterirler, İhracat, ithalat, banka soygunu gibi işleri siyasal ilişkilerle yürütürler.
Bunlar da çetedir. Çetelerin en aşağılığı bunlardır. Bunlar yüzlerine devlet adamı maskesi takıp, halkı soyarlar.
Allah'a çok şükür, memleketimizde böyle çeteler yoktur!...
(Cumhuriyet, 22 Mart 1975. Çete...)
Bir toplum böyle çöker işte!...
Devletin yerini kaba kuvvet alır, susulur. Yasanın yerini Allah alır, korkulur.
Yolsuzluklar, cinayetler birbirini izler, eller kollar bağlanıp götürülür. Vuran vurur, öldüren öldürür ve bütün bunlardan sonra, bir çete gelir ve devleti teslim alır. (Cumhuriyet, 15 Ocak 1975. Bir Örnek...)
Amerikan kapitalizmi, bütün kirlerinden arınıp kendini yenileyebilirse, Türkiye'de Demirel gibi bir başbakan, Feyzioğlu, Erbakan ve Türkeş gibi başbakan yardımcıları istemeyecektir. Çünkü bu liderler, partileri gibi çağdışıdır. (Cumhuriyet, 12 Mart 1975. Geleceğe Doğru...)
Uğur MUMCU
Bunlar da çetedir. Çetelerin en aşağılığı bunlardır. Bunlar yüzlerine devlet adamı maskesi takıp, halkı soyarlar.
Allah'a çok şükür, memleketimizde böyle çeteler yoktur!...
(Cumhuriyet, 22 Mart 1975. Çete...)
Bir toplum böyle çöker işte!...
Devletin yerini kaba kuvvet alır, susulur. Yasanın yerini Allah alır, korkulur.
Yolsuzluklar, cinayetler birbirini izler, eller kollar bağlanıp götürülür. Vuran vurur, öldüren öldürür ve bütün bunlardan sonra, bir çete gelir ve devleti teslim alır. (Cumhuriyet, 15 Ocak 1975. Bir Örnek...)
Amerikan kapitalizmi, bütün kirlerinden arınıp kendini yenileyebilirse, Türkiye'de Demirel gibi bir başbakan, Feyzioğlu, Erbakan ve Türkeş gibi başbakan yardımcıları istemeyecektir. Çünkü bu liderler, partileri gibi çağdışıdır. (Cumhuriyet, 12 Mart 1975. Geleceğe Doğru...)
Uğur MUMCU
Yunus Emre Hayatı ve Bütün Şiirleri - Abdülbaki Gölpınarlı
Yunus Emre Hayatın ve halkın dili ile gür bir lirizmi kaynaştırarak tasavvuf şiirinin kurucularından biri olmayı başaran unutulmaz bir 13. yüzyıl sonu - 14. yüzyıl başı ozanıdır.
17 Ocak 2018 Çarşamba
İnönü Atatürk'ü Anlatıyor - Abdi İpekçi
Bir dönemin önemli gazetecilerinden "barış eri" Abdi İpekçi, yaşamı boyunca yakın tarihi soğuk bir nesnelliğe büründürmeden, yaşayan ağızlardan aktardı bize. Bu tutumuyla geçmişi bugünden kopmaz, bugüne ait bir zenginlik olarak görmemizi sağladı.
İnönü Atatürk'ü Anlatıyor, Abdi İpekçi'nin İsmet İnönü ile yaptığı söyleşileri ve bu söyleşilere referans olan kitapların önemli kısımlarından bir ek bölşümünü içeriyor. Kitabın yeniden basımında İepkçi'nin Celal Bayar, Şevket Süreyya Aydemir, Sabahattin Selek gibi döenmin önemli isimleriyle Atatürk ve İnönü üzerine yaptığı söyleşiler de yer alıyor. Atatürk'ün 1933'te İsmet İnönü'ye, İsmet İnönü'nün de 1938'te Atatürk'e yazdığı, orjinal metinlerinin görsellerini de bu kitapta bulacağınız mektupları okurken gözyaşlarınıza hakim olamayacaksınız.
İnönü Atatürk'ü Anlatıyor, Abdi İpekçi'nin İsmet İnönü ile yaptığı söyleşileri ve bu söyleşilere referans olan kitapların önemli kısımlarından bir ek bölşümünü içeriyor. Kitabın yeniden basımında İepkçi'nin Celal Bayar, Şevket Süreyya Aydemir, Sabahattin Selek gibi döenmin önemli isimleriyle Atatürk ve İnönü üzerine yaptığı söyleşiler de yer alıyor. Atatürk'ün 1933'te İsmet İnönü'ye, İsmet İnönü'nün de 1938'te Atatürk'e yazdığı, orjinal metinlerinin görsellerini de bu kitapta bulacağınız mektupları okurken gözyaşlarınıza hakim olamayacaksınız.
Dahi Diktatör - A. M. Celâl Şengör
Yaşamını insan özgürlüğünü ve insan haysiyetini korumaya adamış bir
kişiyi anlatan bu kitap, insanlık tarihinde ilk defa özgür bir ölümün, esir bir
yaşamdan çok daha kıymetli olduğunu bütün insanlığa öğreten üç yüce insanın
anısına ithaf olunmuştur. Onlar, Atatürk’le birlikte, tüm özgürlük
savaşçılarının ve insan haysiyetinin hamilerinin önderi
olmuşlardır:
Kendi ordusundan üç kat büyük Pers Ordusu’nu perişan ederek
Maraton Savaşı’nı kazanan Atinalı General Miltiades,
Termopil’de binlerce kişilik Pers Ordusu karşısında 300 kahramanı
ile birlikte şehit düşen Sparta Kralı I. Leonidas,
Kendi donanmasından kat kat üstün Pers Donanması’nı Ege’nin
sularına gömerek Salamis Savaşı’nı kazanan Atinalı Amiral
Temistokles.
İnsanlık, haysiyetini bu üç kahramana ve onlarla omuz omuza
savaşan ve sadece mütevazı çiftçilerden, zanaatkarlardan, tüccarlardan
oluşan tüm hür vatandaşlarına borçludur.
24. Gün Öğleden Sonra - A. Hakan Soysal
Kabala Yahudi Kadim Mistik Öğretisi - A. Ekrem Ülkü
Yahudi mistisizmi 4000 yılı aşkın bir süredir, tüm ezoterik öğrencileri derinden etkilemektedir. Kabala öğreti son 2000 yıllık süreçte yazıya geçirilmiş ve bu konuda pek çok kitap yazılmıştır.
Ancak bunların çoğunun ortak sorunu belirli bir kesim hariç anlaşılmaz olmalarıdır. Elinizdeki kitap bu sorunu aşmak için herkes tarafından olabildiğince anlaşılabilir ve açıok seçik olarak kaleme alınmıştır. Kaba la öğretisi, hem antik felsefeye hem de çağdaş felsefe ye zengin anlayışlar kazandırmıştır.
Felsefe, psikoloji ve dine Kabala sembollerinin merceği ile bakıldığında, daha derin anlamlar ortaya çıkar. Bunun sonunda bu kadim mistik hazine, çağdaş ve postmodern felsefe yaklaşımı ile psikoloji ve tanrıbilim için de yer bulabilir. Ayrıca Kabala'nın altyapısı akılsal bir yaklaşımla günümüze de uyarlanabilir.
Bir örnek vermek gerekirse, Kabala'nın kaynaklarından Sefer Yetzirah'da anlatılan Evren Yaratılış süreci, modern bilimin benimsediği Big-Bang teorisi ile bire bir benzerlik göstermektedir.
Ağıtlar - Yaşar Kemal
Ölüme karşı etkin bir direniş olan ağıt, insanoğlunun ölümle yüz yüze geldiğinde duyduğu şaşkınlığı, korkuyu ve inanmazlığı dayanılır kılma çabasının sonucudur. Bin yıllardır yakılan ağıtlar, Anadolu'da da çok büyük bir çeşitlilik ve zenginlik gösterir. Yaşar Kemal'in Çukurova bölgesinden ve Toroslar'dan derlediği pek çok ağıt, Ağıtlar'da bir araya geliyor.
'Gözümüzün önünde, bir deri bir kemik köylü delikanlının biri çıkacak. Adı Kemal Sadık Göğceli, Hemite köyünden gelmedir. Dağ bayır dinlemez, köyünden, dağ köylerinden, obalardan, ovalardan, kasabalardan, ikide bir de kopup gelir Adana'ya, çöker önümüze, ağıtlar, türküler, destanlar serer buruşuk sarı kağıtlar üzerine yazılmış. Peki nereden toplamıştır bunları? Anadolu bacılarının hep birlikte yaktıkları ağıtların yazıcılığını yapıyordu, bu zorunluluğu duyuyordu, esnek ve kararlı yazısı ile. O hızla kopup geliyordu tabana kuvvet, sanki kaderi ile kaderimiz buna bağlıymışçasına. Önümüze serdiği söz dizileri, bağırtıları, dövünmeleriydi. Sanki ölenin, vurulanın, ezilenin, (...) ırgatı, işçisi, yarıcısı ile büyük değişimlerin içinde bulunan Çukurova'nın avaz avaz ağıtlarından sorumluydu bu çocuk.
'Gözümüzün önünde, bir deri bir kemik köylü delikanlının biri çıkacak. Adı Kemal Sadık Göğceli, Hemite köyünden gelmedir. Dağ bayır dinlemez, köyünden, dağ köylerinden, obalardan, ovalardan, kasabalardan, ikide bir de kopup gelir Adana'ya, çöker önümüze, ağıtlar, türküler, destanlar serer buruşuk sarı kağıtlar üzerine yazılmış. Peki nereden toplamıştır bunları? Anadolu bacılarının hep birlikte yaktıkları ağıtların yazıcılığını yapıyordu, bu zorunluluğu duyuyordu, esnek ve kararlı yazısı ile. O hızla kopup geliyordu tabana kuvvet, sanki kaderi ile kaderimiz buna bağlıymışçasına. Önümüze serdiği söz dizileri, bağırtıları, dövünmeleriydi. Sanki ölenin, vurulanın, ezilenin, (...) ırgatı, işçisi, yarıcısı ile büyük değişimlerin içinde bulunan Çukurova'nın avaz avaz ağıtlarından sorumluydu bu çocuk.
Adı: Aylin - Ayşe Kulin
KİTABIN KONUSU :
Bu kitap, kökleri Giritli Deli Mustafa Naili Paşaya kadar uzanan bir ailenin kızı olan Aylin DEVRİMEL ‘in fırtınalı yaşamının öyküsüdür.
KİTABIN ÖZETİ :
Lise yıllarında uzun boylu ve sıka bir kız olan Aylin zamanla güzelleşmiş ve bir gün Esma teyzesinin daveti üzerine Paris’te bir otelde buluşurlar otelde prens olduğu söylenen bir Arap’la tanışır ve bu tanışmanın sonunda prensle görkemli bir yaşantı için evlenir Prenses olur. Ancak her şey düşündüğü gibi gitmez Prens Senusi doğu kültürü ile yetiştiği için batı kültürü ile yetişen Aylin’e ters gelmekte zamanla Aylin’in özgürlüğü kısıtlanmaktaydı evliliğe başladığı gibi sakin değil büyük bir kaçışla son buldu; yaz sonunda Aylin, ablası Nilüferle Cenevre ye gider.
Yaşamanın ideali olan tıp okumaya karar verir ve büyük uğraşlar vererek Neuchatel Üniversitesine kayıt yaptırır. Okulun ilk yıllarında hayatında çok büyük değişiklikler yaparak, ihtişamlı hayatından sıyrılarak sade bir öğrenci olur. Tek hedefi olan tıp fakültesini bitirmek için çok çalıştı daha sonra fizik ve kimya derslerinde yardımcı olan Jean-Pierre ile evlendi. İki öğrencinin bu evliliği zaman içinde Aylin’in dış görüntüsünde olduğu kadar iç dünyasını da değiştirecektir.
Aylin Jean-Pierre ile birlikte yaşadığı günlerde tıp ilmi ile yakından tanışıp ufkunun penceresini o zamana kadar hiç bilmediği yepyeni bir dünyayı ardına kadar açacak peşinden koştuğu gerçek zenginliğin dış dünyanın görkemli vitrinlerinde değil de insanlığın iç aleminde bulunduğunu öğrenecekti. Okul sonunda Jean-Pierre Nos Alamus’taki nükleer araştırma merkezinden geri çeviremeyeceği bir teklif aldı. Aylin de New Rachel Hospital Medical Center’dan teklif aldı ; onların birbirlerine karşı olan sorumlulukları artık bitiyor müşterek hayatları bir yol ayrımına giriyordu. Ellerinde bu evlilikten altı yıllık sağlam bir dayanışma ve derin dostluk duyguları ile dopdolu gençlik anıları kaldı sadece.
Aylin çok ciddiye aldığı bu işine büyük bir heyecanla başladı. New Rachel’de tanıştığı Afganistanlı genç meslektaşı Azim’in karısı 11 yaşından beri arkadaşı olan Zeynep TARZI çıktı. Aylin, Zeynep ve Azim ile gittiği Afgan sefahati kokteylinde Paswak adındaki Birleşmiş Milletlerin Afgan esiri ile tanışır. Paswak evli olmasına rağmen Aylin ile arasında duygusal bir bağ oluşmuştu. Aylin o yılı aklı beş karış havada geçirdi. Bütün vakitlerini beraber geçiriyorlardı. Paswak bu yüzden önce Wall Dame’nin Birleşmiş Milletler genel sekreterliğine daha sonra 1974 yılında Hindistan sefirliğine tayini çıkmıştı.
Aylin kaderin ağlarını onlar için giderek daha çileli iplerle örmekte olduğunu nihayet görmeye başladı; ya sevdiği adamı peşinde dünyayı adım adım dolaşacak ya da mesleğini ön plana alacaktı. Tam meslek uğruna değmez derken Hastanede Psikiyatri bölümü şefliğine terfi etti. Sonunda Aylin’in sağduyusu aşkına galip geldi. Aylin gönlü yaralı bar kuşunu çok kısa bir süre oynadı sonra toparlandı ve işinin başına döndü. Arkadaşı Azim’in vasıtası ile kendi meslektaşı olan Michel RAMODİSLİ ile tanıştı.
Michel’i çok etkileyici bulmadığı halde evliliğe giden ilk adımları Michel’in evinde attılar. Daha sonra Aylin bu evlilikten deliler gibi çocuk istemeye başladı. Aylin’in bu isteğine karşılık Michel dinine ve geleneklerine çok bağlı olduğunu doğacak çocuğun Yahudi kültürüne göre yetiştirilebileceğini söyledi fakat Aylin bunu bile sorun etmedi dinini değiştirmeyi göze aldı. Aylin’e göre insanları dinlerine, ırklarına ve dillerine göre ayırmak çok saçma idi ona göre insan, insan olduğu için çok değerli idi onun insan sevgisini bir din veya ırk engelleyemezdi Aylin çocuk yapma isteğinden 6 düşük yaptıktan sonra vazgeçecekti.
Aylin meslektaş olduğu Michel ile her an beraberdi işyerleri bir, evleri bir kısacası bütün zamanları birlikte geçiyordu belli bir süre sonra birbirleri ile bu kadar çok birlikte olmaları Aylin’i çok sıkmıştı gün geçtikçe birbirlerinden kopuyorlardı ve bir gün Aylin kocasına haftanın belirli günlerinde birbirlerine izin vermelerini bugünlerde değişik insanlar ile çıkabileceklerini bunu sonucunda diğer insanlarda görecekleri eksiklikleri kendilerinde tanımlayıp birbirlerine ölümsüz sevgi ile bağlanacaklardı.
Fakat düşünülen olmadı Aylin yurt dışında olduğu günlerden birinde Michel bir arkadaşının evinde Barbara adında bir bayanla tanıştı ve bu tanışma evliliklerinin sonunu getirdi. Aylin sıkıntılı bir zamanında vardığı karar sonucunda kocasını kaybettiği için hem üzgün hem de suçluluk duygusu içerisindeydi. Bu sıkıntı ve üzüntü uzun sürmedi her şeyi bir kenara bırakıp mesleğinde ilerledi fakat bu ilerleme bile onu tatmin etmedi. Bir süre sonra Amerikan ordusuna katılarak Körfez savaşında ruf sağlığı bozulan hastaları tedavi eden doktor olmayı düşündü bu nedenle Oklahoma’ya körfez savaşında zarar görmüş askerleri tedaviye gitti.
Aylin Üniformasını ilk kez 1992’nin soğuk bir Ocak gününde giydi. 9 Kasım 1992’de ordunun fiziksel aktiviteler sınavını yüksek bir puana kazanarak başarı sertifikası aldı. Aylin ordudaki görevinde yine işine devam ediyor, hastalarına çare bulmaya çalışıyordu bir gün kendisine yeni bir hasta verildi bu kez hasta körfez savaşından sonra geldiği sivil hayata uyum sağlayamıyordu. Bunun sonucunda hiçbir suçu olmayan bir çok sivili katletmişti.
Aylin bu hastası üzerinde çalışırken Amerikan ordusunun askerlerini cesaretlendirmesi için verdiği ilaçların yan etkisi sonucu hastanın bu duruma geldiğini saptadı ve bu sonucu tez bir halde askeri yetkililere bildirdi. Aylin’in verdiği bu sonucu askeri yetkililer daha önceden bildiğinden Aylin’in bu olayın üstüne gitmemesini istediler ve onu uyardılar Aylin bu sessizliği sindiremeyerek sözleşmesinin bitmesinin ardından Albay rütbesindeyken ordudan ayrıldı.
Ordudan ayrılmasından sonra 19 Ocak 1995 Perşembe günü evinin bahçesinde o sabah evini temizlemeye gelen hizmetçisi tarafından kendi arabasının altında ölü bulundu. Zengin, ünlü ve saygın insanların yaşadığı mahallede yerel polis ve yerel yöneticiler mahallenin adını polisiye bir olaya karıştırmamak için dosyayı apar topar denebilecek bir hızla kapattılar teşhis ise “Freak Accident” yani Garip bir kaza idi.
“... Yükseltilmiş sahnede kapağı açık maun bir tabut duruyordu uzun bir sıra oluşturan insanlar tabutta yatan albay üniformalı Amerikan subayını selamlayıp içlerinden dua veya veda ederek tabutun başından ayrılınca yanan yürekleriyle gelip salondaki koltuklarda yerlerini alıyorlardı. Herkes etrafa hakim olan ordu düzeninin saygınlığını kutsar gibi sessizce ağlıyordu ... Katafalkın üstünde dört bir yanı rengarenk çiçeklerle donanmış tabutta yatan kişi, bir askerden çok, oraya bir film çekimi için öylece uzanıvermiş bir Hollywood yıldızını andırıyordu. Bu albay üniformalı Amerikan subayı bir Türk kadınıydı.
KİTABIN ANA FİKRİ:
Bir insanın azimle çalışınca başaramayacağı hiçbir şey yoktur.
KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :
Aylin,genç,güzel,çalışkan ve azimli bir Türk kızı.Hedeflerine ulaşmak için her türlü fedakarlığı göze alıyor.
Michel,yakışıklı,dürüst aynı zamanda da Aylin’in meslaktaşıdır.Aylin ile evlenir.
KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER :
Yazar,Aylin’in başarılarla dolu hayatını oldukça açık bir dille ve gayet akıcı bir üslupla anlatmıştır.Okunmaya değer bir kitaptır.
YAZAR HAKKINDA BİLGİ :
AYŞE KULİN
Arnavutköy Amerikan Kız Koleji Edebiyat bölümünü bitirdi. Çeşitli gazete ve dergilerde editör ve muhabir olarak çalıştı. Uzun yıllar televizyon, reklam ve sinema filmlerinde sahne yapımcısı, sanat yönetmeni ve senarist olarak görev yaptı. Öykülerden oluşan ilk kitabı Güneşe Dön Yüzünü 1984 yılında yayınlandı. Bu kitaptaki "Gülizar" adlı öyküyü, Kırık Bebek adı ile senaryolaştırıldı ve bu sinema filmi 1986 yılının Kültür Bakanlığı Ödülü’nü kazandı. 1986’da sahne yapımcılığını ve sanat yönetmenliğini üstlendiği Ayaşlı ve Kiracıları adlı dizideki çalışmasıyla Tiyatro Yazarları Derneği’nin En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü’nü kazandı.
1996 yılında Münir Nureddin Selçuk’un yaşam öyküsünün anlatıldığı Bir Tatlı Huzur adlı kitabı yayınlandı. Aynı yıl, Foto Sabah Resimleri adıl öyküsü Haldun Taner Öykü Ödülü’nü, bir yıl sonra aynı adı taşıyan kitabı Sait Fait Hikâye Armağa’nı kazandı. 1997’de yayınlanan Adı; Aylin adlı biyografik romanı ile, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından yılın yazarı seçildi. 1998 yılında Geniş Zamanlar adlı öykü kitabı, 1999’da İletişim Fakültesi tarafından yılın romanı seçilmiş olan Sevdalinka ve 2000’de yine bir biyografik roman olan Füreya yayınlandı.
KİTAPLARI;
* Güneşe Dön Yüzünü (1984)
* Bir Tatlı Huzur (1996)
* Adı; Aylin (1997)
* Geniş Zamanlar (1998)
* Sevdalinka (1999)
* Füreya (2000)
Bu kitap, kökleri Giritli Deli Mustafa Naili Paşaya kadar uzanan bir ailenin kızı olan Aylin DEVRİMEL ‘in fırtınalı yaşamının öyküsüdür.
KİTABIN ÖZETİ :
Lise yıllarında uzun boylu ve sıka bir kız olan Aylin zamanla güzelleşmiş ve bir gün Esma teyzesinin daveti üzerine Paris’te bir otelde buluşurlar otelde prens olduğu söylenen bir Arap’la tanışır ve bu tanışmanın sonunda prensle görkemli bir yaşantı için evlenir Prenses olur. Ancak her şey düşündüğü gibi gitmez Prens Senusi doğu kültürü ile yetiştiği için batı kültürü ile yetişen Aylin’e ters gelmekte zamanla Aylin’in özgürlüğü kısıtlanmaktaydı evliliğe başladığı gibi sakin değil büyük bir kaçışla son buldu; yaz sonunda Aylin, ablası Nilüferle Cenevre ye gider.
Yaşamanın ideali olan tıp okumaya karar verir ve büyük uğraşlar vererek Neuchatel Üniversitesine kayıt yaptırır. Okulun ilk yıllarında hayatında çok büyük değişiklikler yaparak, ihtişamlı hayatından sıyrılarak sade bir öğrenci olur. Tek hedefi olan tıp fakültesini bitirmek için çok çalıştı daha sonra fizik ve kimya derslerinde yardımcı olan Jean-Pierre ile evlendi. İki öğrencinin bu evliliği zaman içinde Aylin’in dış görüntüsünde olduğu kadar iç dünyasını da değiştirecektir.
Aylin Jean-Pierre ile birlikte yaşadığı günlerde tıp ilmi ile yakından tanışıp ufkunun penceresini o zamana kadar hiç bilmediği yepyeni bir dünyayı ardına kadar açacak peşinden koştuğu gerçek zenginliğin dış dünyanın görkemli vitrinlerinde değil de insanlığın iç aleminde bulunduğunu öğrenecekti. Okul sonunda Jean-Pierre Nos Alamus’taki nükleer araştırma merkezinden geri çeviremeyeceği bir teklif aldı. Aylin de New Rachel Hospital Medical Center’dan teklif aldı ; onların birbirlerine karşı olan sorumlulukları artık bitiyor müşterek hayatları bir yol ayrımına giriyordu. Ellerinde bu evlilikten altı yıllık sağlam bir dayanışma ve derin dostluk duyguları ile dopdolu gençlik anıları kaldı sadece.
Aylin çok ciddiye aldığı bu işine büyük bir heyecanla başladı. New Rachel’de tanıştığı Afganistanlı genç meslektaşı Azim’in karısı 11 yaşından beri arkadaşı olan Zeynep TARZI çıktı. Aylin, Zeynep ve Azim ile gittiği Afgan sefahati kokteylinde Paswak adındaki Birleşmiş Milletlerin Afgan esiri ile tanışır. Paswak evli olmasına rağmen Aylin ile arasında duygusal bir bağ oluşmuştu. Aylin o yılı aklı beş karış havada geçirdi. Bütün vakitlerini beraber geçiriyorlardı. Paswak bu yüzden önce Wall Dame’nin Birleşmiş Milletler genel sekreterliğine daha sonra 1974 yılında Hindistan sefirliğine tayini çıkmıştı.
Aylin kaderin ağlarını onlar için giderek daha çileli iplerle örmekte olduğunu nihayet görmeye başladı; ya sevdiği adamı peşinde dünyayı adım adım dolaşacak ya da mesleğini ön plana alacaktı. Tam meslek uğruna değmez derken Hastanede Psikiyatri bölümü şefliğine terfi etti. Sonunda Aylin’in sağduyusu aşkına galip geldi. Aylin gönlü yaralı bar kuşunu çok kısa bir süre oynadı sonra toparlandı ve işinin başına döndü. Arkadaşı Azim’in vasıtası ile kendi meslektaşı olan Michel RAMODİSLİ ile tanıştı.
Michel’i çok etkileyici bulmadığı halde evliliğe giden ilk adımları Michel’in evinde attılar. Daha sonra Aylin bu evlilikten deliler gibi çocuk istemeye başladı. Aylin’in bu isteğine karşılık Michel dinine ve geleneklerine çok bağlı olduğunu doğacak çocuğun Yahudi kültürüne göre yetiştirilebileceğini söyledi fakat Aylin bunu bile sorun etmedi dinini değiştirmeyi göze aldı. Aylin’e göre insanları dinlerine, ırklarına ve dillerine göre ayırmak çok saçma idi ona göre insan, insan olduğu için çok değerli idi onun insan sevgisini bir din veya ırk engelleyemezdi Aylin çocuk yapma isteğinden 6 düşük yaptıktan sonra vazgeçecekti.
Aylin meslektaş olduğu Michel ile her an beraberdi işyerleri bir, evleri bir kısacası bütün zamanları birlikte geçiyordu belli bir süre sonra birbirleri ile bu kadar çok birlikte olmaları Aylin’i çok sıkmıştı gün geçtikçe birbirlerinden kopuyorlardı ve bir gün Aylin kocasına haftanın belirli günlerinde birbirlerine izin vermelerini bugünlerde değişik insanlar ile çıkabileceklerini bunu sonucunda diğer insanlarda görecekleri eksiklikleri kendilerinde tanımlayıp birbirlerine ölümsüz sevgi ile bağlanacaklardı.
Fakat düşünülen olmadı Aylin yurt dışında olduğu günlerden birinde Michel bir arkadaşının evinde Barbara adında bir bayanla tanıştı ve bu tanışma evliliklerinin sonunu getirdi. Aylin sıkıntılı bir zamanında vardığı karar sonucunda kocasını kaybettiği için hem üzgün hem de suçluluk duygusu içerisindeydi. Bu sıkıntı ve üzüntü uzun sürmedi her şeyi bir kenara bırakıp mesleğinde ilerledi fakat bu ilerleme bile onu tatmin etmedi. Bir süre sonra Amerikan ordusuna katılarak Körfez savaşında ruf sağlığı bozulan hastaları tedavi eden doktor olmayı düşündü bu nedenle Oklahoma’ya körfez savaşında zarar görmüş askerleri tedaviye gitti.
Aylin Üniformasını ilk kez 1992’nin soğuk bir Ocak gününde giydi. 9 Kasım 1992’de ordunun fiziksel aktiviteler sınavını yüksek bir puana kazanarak başarı sertifikası aldı. Aylin ordudaki görevinde yine işine devam ediyor, hastalarına çare bulmaya çalışıyordu bir gün kendisine yeni bir hasta verildi bu kez hasta körfez savaşından sonra geldiği sivil hayata uyum sağlayamıyordu. Bunun sonucunda hiçbir suçu olmayan bir çok sivili katletmişti.
Aylin bu hastası üzerinde çalışırken Amerikan ordusunun askerlerini cesaretlendirmesi için verdiği ilaçların yan etkisi sonucu hastanın bu duruma geldiğini saptadı ve bu sonucu tez bir halde askeri yetkililere bildirdi. Aylin’in verdiği bu sonucu askeri yetkililer daha önceden bildiğinden Aylin’in bu olayın üstüne gitmemesini istediler ve onu uyardılar Aylin bu sessizliği sindiremeyerek sözleşmesinin bitmesinin ardından Albay rütbesindeyken ordudan ayrıldı.
Ordudan ayrılmasından sonra 19 Ocak 1995 Perşembe günü evinin bahçesinde o sabah evini temizlemeye gelen hizmetçisi tarafından kendi arabasının altında ölü bulundu. Zengin, ünlü ve saygın insanların yaşadığı mahallede yerel polis ve yerel yöneticiler mahallenin adını polisiye bir olaya karıştırmamak için dosyayı apar topar denebilecek bir hızla kapattılar teşhis ise “Freak Accident” yani Garip bir kaza idi.
“... Yükseltilmiş sahnede kapağı açık maun bir tabut duruyordu uzun bir sıra oluşturan insanlar tabutta yatan albay üniformalı Amerikan subayını selamlayıp içlerinden dua veya veda ederek tabutun başından ayrılınca yanan yürekleriyle gelip salondaki koltuklarda yerlerini alıyorlardı. Herkes etrafa hakim olan ordu düzeninin saygınlığını kutsar gibi sessizce ağlıyordu ... Katafalkın üstünde dört bir yanı rengarenk çiçeklerle donanmış tabutta yatan kişi, bir askerden çok, oraya bir film çekimi için öylece uzanıvermiş bir Hollywood yıldızını andırıyordu. Bu albay üniformalı Amerikan subayı bir Türk kadınıydı.
KİTABIN ANA FİKRİ:
Bir insanın azimle çalışınca başaramayacağı hiçbir şey yoktur.
KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :
Aylin,genç,güzel,çalışkan ve azimli bir Türk kızı.Hedeflerine ulaşmak için her türlü fedakarlığı göze alıyor.
Michel,yakışıklı,dürüst aynı zamanda da Aylin’in meslaktaşıdır.Aylin ile evlenir.
KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER :
Yazar,Aylin’in başarılarla dolu hayatını oldukça açık bir dille ve gayet akıcı bir üslupla anlatmıştır.Okunmaya değer bir kitaptır.
YAZAR HAKKINDA BİLGİ :
AYŞE KULİN
Arnavutköy Amerikan Kız Koleji Edebiyat bölümünü bitirdi. Çeşitli gazete ve dergilerde editör ve muhabir olarak çalıştı. Uzun yıllar televizyon, reklam ve sinema filmlerinde sahne yapımcısı, sanat yönetmeni ve senarist olarak görev yaptı. Öykülerden oluşan ilk kitabı Güneşe Dön Yüzünü 1984 yılında yayınlandı. Bu kitaptaki "Gülizar" adlı öyküyü, Kırık Bebek adı ile senaryolaştırıldı ve bu sinema filmi 1986 yılının Kültür Bakanlığı Ödülü’nü kazandı. 1986’da sahne yapımcılığını ve sanat yönetmenliğini üstlendiği Ayaşlı ve Kiracıları adlı dizideki çalışmasıyla Tiyatro Yazarları Derneği’nin En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü’nü kazandı.
1996 yılında Münir Nureddin Selçuk’un yaşam öyküsünün anlatıldığı Bir Tatlı Huzur adlı kitabı yayınlandı. Aynı yıl, Foto Sabah Resimleri adıl öyküsü Haldun Taner Öykü Ödülü’nü, bir yıl sonra aynı adı taşıyan kitabı Sait Fait Hikâye Armağa’nı kazandı. 1997’de yayınlanan Adı; Aylin adlı biyografik romanı ile, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından yılın yazarı seçildi. 1998 yılında Geniş Zamanlar adlı öykü kitabı, 1999’da İletişim Fakültesi tarafından yılın romanı seçilmiş olan Sevdalinka ve 2000’de yine bir biyografik roman olan Füreya yayınlandı.
KİTAPLARI;
* Güneşe Dön Yüzünü (1984)
* Bir Tatlı Huzur (1996)
* Adı; Aylin (1997)
* Geniş Zamanlar (1998)
* Sevdalinka (1999)
* Füreya (2000)
Bir Adam Yaratmak - Necip Fazıl Kısakürek
Eser ilk olarak 1937-1938 kışında İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda temsil edilmiştir.
Olay meçhul bir tarihte İstanbul'da geçer.
"Husrev - Bir adam yaratmağa kalkıştım. Ona bir surat ve kader bulmak... Nerede bulayım? Kendimi buldum. Suratsız ve kadersiz adam şahlandı. Zincirini kırdı. Elimden kaçtı. Ben insanım. Beni arkamdan vurdu. Suratsız ve kadersiz adam benim suratımı takındı. Kalıbımı giyindi. Kaderimin içine yattı. (Bir an sükut) Benim de kaderim buymuş."
Olay meçhul bir tarihte İstanbul'da geçer.
"Husrev - Bir adam yaratmağa kalkıştım. Ona bir surat ve kader bulmak... Nerede bulayım? Kendimi buldum. Suratsız ve kadersiz adam şahlandı. Zincirini kırdı. Elimden kaçtı. Ben insanım. Beni arkamdan vurdu. Suratsız ve kadersiz adam benim suratımı takındı. Kalıbımı giyindi. Kaderimin içine yattı. (Bir an sükut) Benim de kaderim buymuş."
Acımak - Reşat Nuri Güntekin
KİTABIN KONUSU:
Küçük yaşta gördüğü kötü muamelelerden dolayı acıma duygusu olmayan bir öğretmeni anlatıyor.
KİTABIN ÖZETİ:
Zehra adında bir öğretmen çok acımasız bir karaktere sahipti.Öğrencilerine her zaman kötü davranıyordu. Bir gün babasının öldüğünü duydu.Babasının evine gitti. Fakat hiçbir şekilde üzülmüyordu. Babasını yanına gitmeden başka bir odaya geçti. Odada bulunan sandıktan babasının hatıra defterini buldu.Bu hatıra defterini okudukça babasına haksızlık ettiğini anlamaya başladı.Acıma duygusu olmayan Zehra öğretmen babasının geçmişte bulunduğu duruma acımaya başlamıştı. Annesinin babasına karşı haksızlık yaptığını anladı.Büyük bir üzüntüyle odadan çıkarak babasının bulunduğu odaya gider. Ve onun yüzüne örtülü olan çarşafı kaldırarak onu öper. Daha sonra Zehra öğretmen okuluna geri döner ve bir süre sonra orada evlenir.
KİTABIN ANA FİKRİ:
Geçmişte yaşanan acı olaylar insan yaşamının diğer bölümlerinde sürekli etkili olur.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN ÖZELLİKLERİ:
Zehra Hanım : Acımak nedir bilmeyen dik başlı, çatık kaşlı, asabi bir insandır.
Tevfik Bey : Zehra Hanım için elinden gelen herşeyi yapmak isteyen fedakar ve iyi bir insandır.
Mürşit Efendi : Zehra Hanım’ın babası. İyiliklerden yana ve fedakâr bir insandır.
Müşerref : Mürşit Efendi’nin karısı. Oldukça bencil ve para düşkünüdür.
Feriha : Mürşit Efendi’nin kızıdır.Veremden öldü.
Kayınvalide : Aşırı tutkuları olan ve bencil bir yaratılışa sahiptir.
KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Kitap klasik bir Türk romanıdır; fakat bu romanda anlatılan olay oldukça akıcı ve gerçekçi dille anlatılmıştır. Dili sadedir, anlaşılması kolaydır ve tasvirler çok yerinde kullanılmıştır.
YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ:
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ ni bitirdi (1912). Bursa’ da başladığı (1913) öğretmenlik hayatına çeşitli okullarda devam etti. Milli Eğitim müfettişi (1931), Çanakkale milletvekili (1933-43), Paris Kültür Ateşesi ve emekli (1954) oldu, kanser tedavisi için gittiği Londra’ da öldü. İstanbul’ da Karacaahmet Mezarlığı’nda gömülü.
ROMANLARI;
* Gizli El (1922),
* Çalıkuşu (1922),
* Damga (1924),
* Dudaktan Kalbe (1925),
* Akşam Güneşi (1926),
* Bir Kadın Düşmanı (1927),
* Yeşil Gece (1928),
* Acımak (1928),
* Yaprak Dökümü (1930),
* Kızılcık Dalları (1932),
* Gökyüzü (1935),
* Eski Hastalık (1938),
* Ateş Gecesi (1942),
* Değirmen (1944),
* Miskinler Tekkesi (1946),
* Harabelerin Çiçeği (1953),
* Kavak Yelleri (1950),
* Son Sığınak (1961),
* Kan Davası (1955).
HİKAYE KİTAPLARI;
* Tanrı Misafiri (1927),
* Sönmüş Yıldızlar (1927),
* Leyla ile Mecnun (1928),
* Olağan İşler (1930).
Küçük yaşta gördüğü kötü muamelelerden dolayı acıma duygusu olmayan bir öğretmeni anlatıyor.
KİTABIN ÖZETİ:
Zehra adında bir öğretmen çok acımasız bir karaktere sahipti.Öğrencilerine her zaman kötü davranıyordu. Bir gün babasının öldüğünü duydu.Babasının evine gitti. Fakat hiçbir şekilde üzülmüyordu. Babasını yanına gitmeden başka bir odaya geçti. Odada bulunan sandıktan babasının hatıra defterini buldu.Bu hatıra defterini okudukça babasına haksızlık ettiğini anlamaya başladı.Acıma duygusu olmayan Zehra öğretmen babasının geçmişte bulunduğu duruma acımaya başlamıştı. Annesinin babasına karşı haksızlık yaptığını anladı.Büyük bir üzüntüyle odadan çıkarak babasının bulunduğu odaya gider. Ve onun yüzüne örtülü olan çarşafı kaldırarak onu öper. Daha sonra Zehra öğretmen okuluna geri döner ve bir süre sonra orada evlenir.
KİTABIN ANA FİKRİ:
Geçmişte yaşanan acı olaylar insan yaşamının diğer bölümlerinde sürekli etkili olur.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN ÖZELLİKLERİ:
Zehra Hanım : Acımak nedir bilmeyen dik başlı, çatık kaşlı, asabi bir insandır.
Tevfik Bey : Zehra Hanım için elinden gelen herşeyi yapmak isteyen fedakar ve iyi bir insandır.
Mürşit Efendi : Zehra Hanım’ın babası. İyiliklerden yana ve fedakâr bir insandır.
Müşerref : Mürşit Efendi’nin karısı. Oldukça bencil ve para düşkünüdür.
Feriha : Mürşit Efendi’nin kızıdır.Veremden öldü.
Kayınvalide : Aşırı tutkuları olan ve bencil bir yaratılışa sahiptir.
KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Kitap klasik bir Türk romanıdır; fakat bu romanda anlatılan olay oldukça akıcı ve gerçekçi dille anlatılmıştır. Dili sadedir, anlaşılması kolaydır ve tasvirler çok yerinde kullanılmıştır.
YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ:
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ ni bitirdi (1912). Bursa’ da başladığı (1913) öğretmenlik hayatına çeşitli okullarda devam etti. Milli Eğitim müfettişi (1931), Çanakkale milletvekili (1933-43), Paris Kültür Ateşesi ve emekli (1954) oldu, kanser tedavisi için gittiği Londra’ da öldü. İstanbul’ da Karacaahmet Mezarlığı’nda gömülü.
ROMANLARI;
* Gizli El (1922),
* Çalıkuşu (1922),
* Damga (1924),
* Dudaktan Kalbe (1925),
* Akşam Güneşi (1926),
* Bir Kadın Düşmanı (1927),
* Yeşil Gece (1928),
* Acımak (1928),
* Yaprak Dökümü (1930),
* Kızılcık Dalları (1932),
* Gökyüzü (1935),
* Eski Hastalık (1938),
* Ateş Gecesi (1942),
* Değirmen (1944),
* Miskinler Tekkesi (1946),
* Harabelerin Çiçeği (1953),
* Kavak Yelleri (1950),
* Son Sığınak (1961),
* Kan Davası (1955).
HİKAYE KİTAPLARI;
* Tanrı Misafiri (1927),
* Sönmüş Yıldızlar (1927),
* Leyla ile Mecnun (1928),
* Olağan İşler (1930).
Beşinci Mevsim - Abdurrahim Karakoç
Beşinci Mevsim
Düştü canevime dördüncü cemre
Dünyayı üçüncü gözümle gördüm
Dörtyüz seksenbeş gün çekti bir sene
Onaltıncı aya takvimsiz girdim
Aynalara baktım korku gösterdi
Saatler her sabah kırkı gösterdi
Namlular, nişanlar Türk'ü gösterdi
Hayatım boyunca hedefte durdum
Gül sundum yediler, koklamadılar
Armağan can verdim saklamadılar
Gittim... gelir diye beklemediler
Kaybolan gölgemi yollara sordum
Getirdim yanıma ay'ı bir karış
Ölçtüm ki dağların boyu bir karış
Şehiri bir adım, köyü bir karış
Damlada denizdir en küçük derdim
Savurdum, eledim, seçtim zamanı
Yaprak yaprak, tel tel açtım zamanı
Haftada üç asır geçtim zamanı
Nereye gittimse zamansız vardım
Yırtıldı ruhlara çizdiğim resim
Yazık, kulaklara sığmadı sesim
Yaşadığım şimdi beşinci mevsim
Çağın çilesini sırtıma sardım
Bereketli Topraklar Üzerinde - Orhan Kemal
Bu kitap, kendi bilgi ve görgülerim dışında, bir lokma ekmek için kötü iş şartları içinde zehir gibi bir hayatı yaşayanlardan derlenmiş malzemeyle meydana gelmiştir. Yayımlanmadan önce, çeşitli ırgat, usta, usta yardımcısını toplayarak bir gece sabaha kadar okudum onlara. Dinlediler. 'Pardon,' dediler, 'bu bu kadar olur. Bütün anlattıkların doğru. Eksik bile. Çukurova'nın bereketli topraklarında öyle işler olur ki, aklın durur. Sana anlatsak, bir değil beş roman çıkarırsın...'"
Orhan Kemal'in kitapları bir okurun hayatta rastlayabileceği o çok nadir hazineler arasında yer alır. Çok az yazar okurunun dünyasında onun kadar iz bırakır, okurunu onun kadar biçimlendirir. Orhan Kemal umudu ve iyimserliği yeniden kazanmamız için yol gösterir bize. Edebiyatımızın en değerli ustalarından biri olan Orhan Kemal'in kitaplarını yayımlamaktan onur duyuyoruz.
(Tanıtım Bülteninden)
Orhan Kemal'in kitapları bir okurun hayatta rastlayabileceği o çok nadir hazineler arasında yer alır. Çok az yazar okurunun dünyasında onun kadar iz bırakır, okurunu onun kadar biçimlendirir. Orhan Kemal umudu ve iyimserliği yeniden kazanmamız için yol gösterir bize. Edebiyatımızın en değerli ustalarından biri olan Orhan Kemal'in kitaplarını yayımlamaktan onur duyuyoruz.
(Tanıtım Bülteninden)
Benerci Kendini Niçin Öldürdü? – Nazım Hikmet
“Boş gecelerini değil,/boydan boya ömrünü ver inkılaba…” diye perçinler Nâzım Hikmet, ‘Benerci Kendini Niçin Öldürdü’de, ‘güneşli günler göreceğine’ dair olan inancını. Şairin, İngiliz sömürgesi altındaki Hindistan’da ‘tam bağımsızlık’ uğruna, tüm yaşamını özgürlük mücadelesine adayan Benerci adlı bir Hintli kahramanın öyküsünün eşliğinde, ‘ihanet’, ‘sadakat’ ve ‘inanç’ kavramlarını kurcaladığı Nâzım Hikmet’in Benerci Kendini Niçin Öldürdü? adlı uzun şiiri 1932 yılında yayımlanmıştır. (Şehnaz Pak, Radikal Gazetesi, 28/03/2002)
Benerci Kendini Niçin Öldürdü’nün yayımlanacağı günlerde Nazım Hikmet, kendisiyle yapılan ve Çığ dergisinde ( 1 Ekim 1931) yayınlanan bir konuşmada şunları söylemiştir:
– Yeni bir kitabınız çıkıyormuş. Kitabın ismi nedir? Büyüklüğü nedir? Muhtevası nedir?
– Evet, yeni bir kitabım çıkmak üzere. İsmi: Benerci kendini Niçin Öldürdü?. Büyüklüğü, zannedersem 110 sahife olacak. Bu, bir romandır. Yalnız, biraz benim anladığım manada bir roman.
– Yani nasıl?
– Bu sualinize cevap verecek değilim. Eğer bu kitapta, benim anladığım manada biraz olsun yapabildiysem, siz de kitabı okur anlarsınız. Eğer yapamadıysam, burada boşu boşuna nazariye yürütmekte mana yok.
– Romanınızın tezi var mıdır? Varsa nedir?
– Benim kanaatime göre; tezi olmayan, yüzde yüz tezsiz roman, hikaye, hatta şiir, muayyen bir manada yoktur. Yalnız bazı yazıcılar, eserlerinin tezini, kendileri de farkına varmadan, ınsıyakı bir surette yaparlar, hatta müdafaa ederler.. Maruf tabiriyle, en saf bir aşk ve ölüm şiiri bile; muayyen bir inkişaf merhalesinde bulunan muayyen bir cemiyetin, muayyen bir içtimai muhitinde yaşıyan muayyen bir şairinde aşkın ve ölümün ifadesidir. Tabii bu, ana hattında böyledir.
Benim romana gelince.. Ben işlerimi mümkün mertebe az insiyak, çok şuurla yapmasını severim. Romanım tezlidir. Tezi şudur: Mefkureci olanlar, ne zaman, nasıl, hangi şartlarda kendi kendilerini öldürmek hakkını haizdirler?
Roman Hindistan’da geçer. Kahramanları; Hintlilerin hakiki kurtuluşu ve Hindistan’ın hakiki istiklali için, Britanya emperyalizmine ve Gandiciliğe karşı mücadele eden inkilapçılardır.”
Benerci Kendini Niçin Öldürdü’nün yayımlanacağı günlerde Nazım Hikmet, kendisiyle yapılan ve Çığ dergisinde ( 1 Ekim 1931) yayınlanan bir konuşmada şunları söylemiştir:
– Yeni bir kitabınız çıkıyormuş. Kitabın ismi nedir? Büyüklüğü nedir? Muhtevası nedir?
– Evet, yeni bir kitabım çıkmak üzere. İsmi: Benerci kendini Niçin Öldürdü?. Büyüklüğü, zannedersem 110 sahife olacak. Bu, bir romandır. Yalnız, biraz benim anladığım manada bir roman.
– Yani nasıl?
– Bu sualinize cevap verecek değilim. Eğer bu kitapta, benim anladığım manada biraz olsun yapabildiysem, siz de kitabı okur anlarsınız. Eğer yapamadıysam, burada boşu boşuna nazariye yürütmekte mana yok.
– Romanınızın tezi var mıdır? Varsa nedir?
– Benim kanaatime göre; tezi olmayan, yüzde yüz tezsiz roman, hikaye, hatta şiir, muayyen bir manada yoktur. Yalnız bazı yazıcılar, eserlerinin tezini, kendileri de farkına varmadan, ınsıyakı bir surette yaparlar, hatta müdafaa ederler.. Maruf tabiriyle, en saf bir aşk ve ölüm şiiri bile; muayyen bir inkişaf merhalesinde bulunan muayyen bir cemiyetin, muayyen bir içtimai muhitinde yaşıyan muayyen bir şairinde aşkın ve ölümün ifadesidir. Tabii bu, ana hattında böyledir.
Benim romana gelince.. Ben işlerimi mümkün mertebe az insiyak, çok şuurla yapmasını severim. Romanım tezlidir. Tezi şudur: Mefkureci olanlar, ne zaman, nasıl, hangi şartlarda kendi kendilerini öldürmek hakkını haizdirler?
Roman Hindistan’da geçer. Kahramanları; Hintlilerin hakiki kurtuluşu ve Hindistan’ın hakiki istiklali için, Britanya emperyalizmine ve Gandiciliğe karşı mücadele eden inkilapçılardır.”
Bütün Öyküleri - Yusuf Atılgan
Yalnızlık, özgürlük, iletişimsizlik, bunaltı gibi temaları modern anlatının kuralları içinde samimi bir dille ve destansı bir boyutta işleyen Yusuf Atılgan, Bodur Minareden Öte ile Türk öykücülüğünün ustaları arasındaki yerini almıştı. Atılgan, bu kitaptan sonra iki masal (Korkut'a Masal", "Ceren'e Masal") ve iki öykü ("Ağaç", "Eylemci" yazdı. Üçüncü baskısı Eylemci adıyla yayımlanan Bodur Mimareden Öte ve masal kitabı ekmek Elden Süt Memeden elinizdeki bu kitapta bir araya getirildi. Böylece Yusuf Atılgan'ın öykü ve masalları tek ciltte toplanmış oldu. Ekmek Elden Süt Memeden için "1970 yılı gözünde yazılmış bu iki masal çocukları olduğu kadar büyükleri de ilgilendirir sanırım. İkinsinde de ninemin anlattığı masalların öğelerinden yararlandım" diyen Yusuf Atılgan, halk edebiyatı formlarını kendine özgü bir ustalıkla modern bir anlatıma dönüştüürüyor. İnsan ruhunun dehlizlerinden kotarılmış öyküler ve masal gibi iki masal...
Veganizm Ahlaki, Siyaseti ve Mücadele - Zülal Kalkandelen
Bu satırları okuyorsanız, öncelikle veganizm üzerine yazılmış ilk Türkçe kitaba ilgi gösterdiğiniz için teşekkür ederiz. Bu teşekkür sıradan bir ifade değildir; veganlar bilir, hayvan haklarından söz etmeye başladığınız anda olumsuz tepkiler almaya başlarsınız, hatta işi hakarete vardıranlar olur. Ancak bunun yanında, dünyada yavaş da olsa giderek daha fazla ilgi görmeye başlayan veganizmi anlamaya çalışanlar, merak edenler de var. Bu kitabın amacı, hem akıllarda yanlış bilgilenme sonucu yer eden görüşlere bir karşılık vermek, hem de veganizmi bir felsefe ve yaşam pratiği olarak merak edenlerin sorularına yanıt oluşturmak.
Kitabı yazarken, herhangi bir sınırlama olmadan, en içten düşüncelerimizi ve kişisel yaklaşımlarımızı mütevazı bir şekilde paylaştık. Elbette veganizm konusunda ikimizin aynı görüşte olmadığı hususlar da vardı. Her düşünce ya da felsefe akımında olduğu gibi, veganizmin içinde de farklı yorumlar, yönelimler var. Dolayısıyla okuduklarınızla hemfikir olabileceğiniz gibi, katılmadığınız noktalar da mutlaka olacaktır. Ancak sonuçta önemli olan, ilerdeki sayfalarda tartışmaya sunduğumuz görüşler ve bakış açısı; onu aktarabildiysek, kitap da işlevini yerine getirmiş demektir. Belki fazla romantik ve ütopik gelebilir ama biz, “daha barışçıl, başka bir dünya mümkün” diyenlerdeniz. Umarız okuyanlar da, bizim yazarken aldığımız keyfi alabilir.
Kitabı yazarken, herhangi bir sınırlama olmadan, en içten düşüncelerimizi ve kişisel yaklaşımlarımızı mütevazı bir şekilde paylaştık. Elbette veganizm konusunda ikimizin aynı görüşte olmadığı hususlar da vardı. Her düşünce ya da felsefe akımında olduğu gibi, veganizmin içinde de farklı yorumlar, yönelimler var. Dolayısıyla okuduklarınızla hemfikir olabileceğiniz gibi, katılmadığınız noktalar da mutlaka olacaktır. Ancak sonuçta önemli olan, ilerdeki sayfalarda tartışmaya sunduğumuz görüşler ve bakış açısı; onu aktarabildiysek, kitap da işlevini yerine getirmiş demektir. Belki fazla romantik ve ütopik gelebilir ama biz, “daha barışçıl, başka bir dünya mümkün” diyenlerdeniz. Umarız okuyanlar da, bizim yazarken aldığımız keyfi alabilir.
İstakoz Büyüsü - Bahattin Yıldız
Bahattin Yıldız, ikinci romanı “Istakoz Büyüsü’nde yakın tarihin henüz sıcaklığını koruyan siyasi ve toplumsal gelişmelerini çok sert bir medya eleştirisi ile birlikte dile getiriyor.
Hikaye, İnsanlığın Hainleri Pusu Kurmuş adlı elektronik gazeteden aktarılan bir makaleyle başlıyor. Makaleye göre; “ABD, yurtdışında da çıkarlarına uygun sonuçları elde edebilmek için; her alandan hizmet alabileceği bazı kişi ve kişilikleri, özellikle bir kısım medya mensuplarını parayla, inceleme gezisi davetleriyle, eğitsel amaçlı fonlarla, bazı ayrıcalıklarla, hediyelerle, cazip ve ikna edici tekliflerle kendine bağlamaktadır.
Bu tür faaliyetleri, resmi olmayan bir şekilde yürütürken, 11 Eylül sonrası salt medya alanında bu çalışmala¬rına merkez olacak ‘Stratejik Etkileme Bürosu’nü resmen kurmuştur.” Hikayenin bundan sonrası, işte bu tez üzerine kurulu; Bahattin Yıldız, Stratejik Etkileme Bürosu’nun yürüttüğü çalışmaların Türkiye’de ayağını ve bir kısım medya çalışanının ABD’nin Psikolojik Savaş Lejyonerleri haline nasıl geldiğini anlatıyor.
Hikaye, İnsanlığın Hainleri Pusu Kurmuş adlı elektronik gazeteden aktarılan bir makaleyle başlıyor. Makaleye göre; “ABD, yurtdışında da çıkarlarına uygun sonuçları elde edebilmek için; her alandan hizmet alabileceği bazı kişi ve kişilikleri, özellikle bir kısım medya mensuplarını parayla, inceleme gezisi davetleriyle, eğitsel amaçlı fonlarla, bazı ayrıcalıklarla, hediyelerle, cazip ve ikna edici tekliflerle kendine bağlamaktadır.
Bu tür faaliyetleri, resmi olmayan bir şekilde yürütürken, 11 Eylül sonrası salt medya alanında bu çalışmala¬rına merkez olacak ‘Stratejik Etkileme Bürosu’nü resmen kurmuştur.” Hikayenin bundan sonrası, işte bu tez üzerine kurulu; Bahattin Yıldız, Stratejik Etkileme Bürosu’nun yürüttüğü çalışmaların Türkiye’de ayağını ve bir kısım medya çalışanının ABD’nin Psikolojik Savaş Lejyonerleri haline nasıl geldiğini anlatıyor.
Dansöz Kıvırmaları - Bahattin Yıldız
Ber, kendisinde ağır uyuşukluk ve yorgunluk hissediyordu. Aslında buna nedenolabilecek çok fazla iş de yapmamıştı.
"Eeee... Büro kurmak kolay değil,"diyedüşündü.Büyük Kentte Hukuk Fakültesi eğitimi, Mer Kentinde avukatlık stajı, askerlikgörevinin bitimi ve iki aylık dinlenme sonrası, babasının;
"Evi, Ad kentinetaşıyacağız....
Orada mesleğine başlamanı istiyorum,” direktifi üzerine Ad kentindebüro kurmayı uygun bulmuştu Ber.
Bir yetmiş boylarında, siyah düz saçlı, ela gözlü, beyaz tenli olan Ber; fizikselgörünümüyle, pek yakışıklı sayılmasa da sempatik görüntü ve tavırlarıyla, duygusalyoğunluklu ses tonuyla, derin ve sevecen bakışlarıyla aradaki farkı kapatıyordu.
Bugün önemli bir gündü. Geçmişinde yaşadığı ekonomik sıkıntılarının acısını kat katçıkaracağı yaşam dönemine ilk adımı bugün atıyordu. Umutla doluydu.
Bir süresonra; filtresiz sigara içmeyecek, sahandaki tek yumurtayı bir buçuk somunekmekle yemek zorunda kalmayacak, çorbaya; sadece ızgara öncesi ‘merhaba’ diyecek, lastiği gevşemiş külotları bekletmeksizin çöpe atıp, yenilerini giyecekti.
Gözlük çerçevesi bir şekilde kırıldığında tamir ettirme gereği duymayacaktı...
"Eeee... Büro kurmak kolay değil,"diyedüşündü.Büyük Kentte Hukuk Fakültesi eğitimi, Mer Kentinde avukatlık stajı, askerlikgörevinin bitimi ve iki aylık dinlenme sonrası, babasının;
"Evi, Ad kentinetaşıyacağız....
Orada mesleğine başlamanı istiyorum,” direktifi üzerine Ad kentindebüro kurmayı uygun bulmuştu Ber.
Bir yetmiş boylarında, siyah düz saçlı, ela gözlü, beyaz tenli olan Ber; fizikselgörünümüyle, pek yakışıklı sayılmasa da sempatik görüntü ve tavırlarıyla, duygusalyoğunluklu ses tonuyla, derin ve sevecen bakışlarıyla aradaki farkı kapatıyordu.
Bugün önemli bir gündü. Geçmişinde yaşadığı ekonomik sıkıntılarının acısını kat katçıkaracağı yaşam dönemine ilk adımı bugün atıyordu. Umutla doluydu.
Bir süresonra; filtresiz sigara içmeyecek, sahandaki tek yumurtayı bir buçuk somunekmekle yemek zorunda kalmayacak, çorbaya; sadece ızgara öncesi ‘merhaba’ diyecek, lastiği gevşemiş külotları bekletmeksizin çöpe atıp, yenilerini giyecekti.
Gözlük çerçevesi bir şekilde kırıldığında tamir ettirme gereği duymayacaktı...
13 Ocak 2018 Cumartesi
Mutlu Ölüm - Albert Camus
KİTABIN KONUSU:
Yaşamı alışagelen yerde arayan veya bir moda katoloğunu okurken, birdenbire kendi yaşamına yabancı olduğunu farkeden bir adam.
KİTABIN ÖZETİ:
Patrice Mersault düzenli adımlarla Zagreus’un villasına doğru yürüyordu. O saatte hastabakıcı pazara çıkar, villa ıssız olurdu. Zagreus pencereye bakıyordu. Kapının önünden yavaşça bir otomobilin geçtiği duyuldu.
Tabancanın namlusunu sağ şakağının üzerinde hissettiğinde, gözlerini dışarıdan ayıramadı. Ama ona bakan Patrica gözlerini yaşlarla dolduğunu gördü. Gözlerini kapadı. Geriye bir adım attı ve ateş etti.
Artık Zagreus değil di beyimn, kemik,kan kabartısı için yara gözüküyordu yalnızca. Patrice koltuğun diğer yanına geçerek tabancayı onun rline verdi. Şakanın izasın kadar kaldırdı ve düşmesi için bıraktı. Daha sonra hızlı adımlarla yürümeye başladı. Küçük alanın dışandaki bir küme çocok dışında kimseler yoktu.
Nisan ayı olduğu için her taraf cıvıl cıvıldı. Havanın bu ışıllığı, gögün bu verimliği altında insdanların tek amacı mutlu bir yaşam sürmekti.
Mersoul tı nın içinde herşey susuyordu. Hızlı adımlarla evine gitti, valizini bir köşeye bırakıp sakat adamın böyle bir acı içinde olmasını dayanamadığını düşündü. Mersault hastaudı. Üçüncü bir aksırıkla sarsıldı ve ateşten titrediğini hissetti.
Zagreus’un villasının yanındaki küçük alanda öksürdüğü günden bu saate dek, gövdesi kendisinin bütün etkinliklerini titizlikle yürütmüş onu dünyaya açmıştı. Mersault’un içinde karnından başlayıp boğazımna doğru usul usul yol açan çakıltaşı gibi birşey yükseliyordu. Mersault daha hızlı soluk almaya başlamıştı.
Lucienne’ye baktı rahatça gülümsedi. Kendini yatağında n attı, içindeki usul yüksekliğini duydu. Lucienne’in dolgun dudaklarına ve onun ardındaki toprağın gülümseyişine baktı.
‘Bir dakika ,bir saniye’ sonra diye düşündü. Yükselme durdu ve taşlar arasında bir taş olarak yüeğinin sevinci içerisinde devimsiz dünyaların gerçekliğine dönüştü.
KİTABIN ANA FİKRİ:
İnsanlar hayatında birçok engellerle karşılasırlar. Bunları yenmek bizim elimizdedir. Durumlar ne olursa olsun hatata sıkı sıkı sarılınmalıdır.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Mersault: Mutlu ölümün başkişsidir.
Zagreus: Yaşlı iki tekerleğe mahkum edilmiş sakat bir kişdir. Villasında bakıcı ile yasamaktadır.
Marthe: Marseult’un sevğilisidr. Daha sonra Marseult tan ayrılır ve onu Lucienne’ ye kaptırır.
KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Bu roman, hem çağdaş bir yapıt, hem de yazar-yapıt-okur ilişkisinin göz kamaştırıcı bir örneğidir. Fransız çevirisi olduğu için yabancı kelimeler vardır.
KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
1945’te Fransa’da doğdu. Adı Albert Camus’dır. Denizci bir ailenin çocuğudur. Özel öğretmenlerden İngilizce, Yunanca, Latince öğrendi. 1865’te Deniz Akademisini bitirdi. ‘Gül’ anlamına gelen Pierre Loti adını Tahitililer taktı. On iki yıl denizlerde dolaştı. Her gittiği yerin insanlarını, yaşama biçimlerini, tarihini, törelerini yakından tanıma imkanı buldu. Birkaç kez İstanbul’a geldi; Türkleri çok sevdi; iyi bir Türk dostu olarak tanındı. İstanbul’da bir caddenin Pierre Loti adını taşıması bu sevgi dolayısıyladır
Eserleri:
Yaşamı alışagelen yerde arayan veya bir moda katoloğunu okurken, birdenbire kendi yaşamına yabancı olduğunu farkeden bir adam.
KİTABIN ÖZETİ:
Patrice Mersault düzenli adımlarla Zagreus’un villasına doğru yürüyordu. O saatte hastabakıcı pazara çıkar, villa ıssız olurdu. Zagreus pencereye bakıyordu. Kapının önünden yavaşça bir otomobilin geçtiği duyuldu.
Tabancanın namlusunu sağ şakağının üzerinde hissettiğinde, gözlerini dışarıdan ayıramadı. Ama ona bakan Patrica gözlerini yaşlarla dolduğunu gördü. Gözlerini kapadı. Geriye bir adım attı ve ateş etti.
Artık Zagreus değil di beyimn, kemik,kan kabartısı için yara gözüküyordu yalnızca. Patrice koltuğun diğer yanına geçerek tabancayı onun rline verdi. Şakanın izasın kadar kaldırdı ve düşmesi için bıraktı. Daha sonra hızlı adımlarla yürümeye başladı. Küçük alanın dışandaki bir küme çocok dışında kimseler yoktu.
Nisan ayı olduğu için her taraf cıvıl cıvıldı. Havanın bu ışıllığı, gögün bu verimliği altında insdanların tek amacı mutlu bir yaşam sürmekti.
Mersoul tı nın içinde herşey susuyordu. Hızlı adımlarla evine gitti, valizini bir köşeye bırakıp sakat adamın böyle bir acı içinde olmasını dayanamadığını düşündü. Mersault hastaudı. Üçüncü bir aksırıkla sarsıldı ve ateşten titrediğini hissetti.
Zagreus’un villasının yanındaki küçük alanda öksürdüğü günden bu saate dek, gövdesi kendisinin bütün etkinliklerini titizlikle yürütmüş onu dünyaya açmıştı. Mersault’un içinde karnından başlayıp boğazımna doğru usul usul yol açan çakıltaşı gibi birşey yükseliyordu. Mersault daha hızlı soluk almaya başlamıştı.
Lucienne’ye baktı rahatça gülümsedi. Kendini yatağında n attı, içindeki usul yüksekliğini duydu. Lucienne’in dolgun dudaklarına ve onun ardındaki toprağın gülümseyişine baktı.
‘Bir dakika ,bir saniye’ sonra diye düşündü. Yükselme durdu ve taşlar arasında bir taş olarak yüeğinin sevinci içerisinde devimsiz dünyaların gerçekliğine dönüştü.
KİTABIN ANA FİKRİ:
İnsanlar hayatında birçok engellerle karşılasırlar. Bunları yenmek bizim elimizdedir. Durumlar ne olursa olsun hatata sıkı sıkı sarılınmalıdır.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Mersault: Mutlu ölümün başkişsidir.
Zagreus: Yaşlı iki tekerleğe mahkum edilmiş sakat bir kişdir. Villasında bakıcı ile yasamaktadır.
Marthe: Marseult’un sevğilisidr. Daha sonra Marseult tan ayrılır ve onu Lucienne’ ye kaptırır.
KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Bu roman, hem çağdaş bir yapıt, hem de yazar-yapıt-okur ilişkisinin göz kamaştırıcı bir örneğidir. Fransız çevirisi olduğu için yabancı kelimeler vardır.
KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
1945’te Fransa’da doğdu. Adı Albert Camus’dır. Denizci bir ailenin çocuğudur. Özel öğretmenlerden İngilizce, Yunanca, Latince öğrendi. 1865’te Deniz Akademisini bitirdi. ‘Gül’ anlamına gelen Pierre Loti adını Tahitililer taktı. On iki yıl denizlerde dolaştı. Her gittiği yerin insanlarını, yaşama biçimlerini, tarihini, törelerini yakından tanıma imkanı buldu. Birkaç kez İstanbul’a geldi; Türkleri çok sevdi; iyi bir Türk dostu olarak tanındı. İstanbul’da bir caddenin Pierre Loti adını taşıması bu sevgi dolayısıyladır
Eserleri:
- Aziyade,
- Loti’nin Evlenmesi,
- Aşkı,
- Madam Krizantem
Semerkant - Amin Maalouf
KİTABIN KONUSU :
Ömer Hayyam ‘ ın Semerkant ‘ a gelişi ; burada yaşadıkları ve tarihe damgasını vuran eserinin oluşması.
KİTABIN ÖZETİ :
Roman 11. yy’da yaşamış olan İranlı bilge ozan ömer Hayyam ‘ ın hayatı ve Rubaiyat ‘ ının öyküsünü anlatmaktadır.
Kitap iki bölümden oluşmaktadır. Ömer Hayyam bilgeiğiyle ve şairliğiyle her tarafta tanınan birisiydi. Onun tüm hayali Semerkant ‘ I görmek , oranın güzelliğini keşfetmekti. Gittiği yerde başından geçen birtakım olaylar sonucunda kadıyla tanışması ve onun tavsiyesi üzerine eserini bir kitapta toplar. Onun bu şairane ve bilge kişiliği kendisinin devletin en üst kademesine kadar yükseltir. Herkesin takdirini toplar ve kitabını her türlü koşullara rağmen tamamlar.
Kitabın ikinci bölümünde de Benjamin Omer adındaki bir Ömer Hayyam hayranı bu şaheseri bulmak için birçok zorlu yoldan geçer ve macera kitabın Titanic gemisinde kaybolmasıyla son bulur.
KİTABIN ANA FİKRİ :
Tüm zorluklara rağmen insanlar hayallerini gerçekleştirmelilerdir.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Ömer Hayyam : Bilge , filozof gökbilimci , matematikçi , herkesin güvendiği , olaylara tarafsız bakabilen bir kişilik.
Hasan Sabbah:Zeki , araştırmacı , azimli fakat bilgisini ve yeteneklerini kötüye kullanan birisi.
Benjamin Omer: Araştırmacı , maceracı ve kendini Rubaiyat ‘ I bulmaya adayan birisi.
KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER :
Kitap geçmişteki olatlara bizlere dersler veriyor. Tarihin bizler tarafından fazla bilinnmeyen yönlerine ışık tutuyor.
KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİGİ :
1949 ‘da Lübnan ‘da doğdu. Ekonomi ve toplumbilim okuduktan sonra gazeteciliğe başladı. 1976 ‘dan beri Paris ‘te yaşıyor. Çeşitli yayın organlarında yöneticilik ve köşe yazarlığı yapmış olan Maalouf , bugün vaktinin çoğunu kitaplarını yazmaya ayırmaktadır.
ESERLERİ :
Ömer Hayyam ‘ ın Semerkant ‘ a gelişi ; burada yaşadıkları ve tarihe damgasını vuran eserinin oluşması.
KİTABIN ÖZETİ :
Roman 11. yy’da yaşamış olan İranlı bilge ozan ömer Hayyam ‘ ın hayatı ve Rubaiyat ‘ ının öyküsünü anlatmaktadır.
Kitap iki bölümden oluşmaktadır. Ömer Hayyam bilgeiğiyle ve şairliğiyle her tarafta tanınan birisiydi. Onun tüm hayali Semerkant ‘ I görmek , oranın güzelliğini keşfetmekti. Gittiği yerde başından geçen birtakım olaylar sonucunda kadıyla tanışması ve onun tavsiyesi üzerine eserini bir kitapta toplar. Onun bu şairane ve bilge kişiliği kendisinin devletin en üst kademesine kadar yükseltir. Herkesin takdirini toplar ve kitabını her türlü koşullara rağmen tamamlar.
Kitabın ikinci bölümünde de Benjamin Omer adındaki bir Ömer Hayyam hayranı bu şaheseri bulmak için birçok zorlu yoldan geçer ve macera kitabın Titanic gemisinde kaybolmasıyla son bulur.
KİTABIN ANA FİKRİ :
Tüm zorluklara rağmen insanlar hayallerini gerçekleştirmelilerdir.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Ömer Hayyam : Bilge , filozof gökbilimci , matematikçi , herkesin güvendiği , olaylara tarafsız bakabilen bir kişilik.
Hasan Sabbah:Zeki , araştırmacı , azimli fakat bilgisini ve yeteneklerini kötüye kullanan birisi.
Benjamin Omer: Araştırmacı , maceracı ve kendini Rubaiyat ‘ I bulmaya adayan birisi.
KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER :
Kitap geçmişteki olatlara bizlere dersler veriyor. Tarihin bizler tarafından fazla bilinnmeyen yönlerine ışık tutuyor.
KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİGİ :
1949 ‘da Lübnan ‘da doğdu. Ekonomi ve toplumbilim okuduktan sonra gazeteciliğe başladı. 1976 ‘dan beri Paris ‘te yaşıyor. Çeşitli yayın organlarında yöneticilik ve köşe yazarlığı yapmış olan Maalouf , bugün vaktinin çoğunu kitaplarını yazmaya ayırmaktadır.
ESERLERİ :
- Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri ,
- Afrikalı Leo ,
- Semerkant ,
- Doğunun Limanları ,
- Tanios Kayası ,
- Ölümcül Kimlikler
11 Ocak 2018 Perşembe
Mai ve Siyah - Halid Ziya Uşaklıgil
KİTABIN ADI :MAİ ve
SİYAH
KİTABIN
YAZARI :HALİD ZİYA
UŞAKLIGİL
YAYINEVİ :İNKILAP VE AKA
KİTABEVLERİ
BASIMYILI :1980
KİTABIN
KONUSU
Hayalleri olan bir
gencin lise son sınıfta babasını kaybetmesiyle hayallerinin yıkılışı ve
beraberindeki hayat mücadelesi.
KİTABIN ÖZETİ
Ahmet
Cemil,babasının ölümünden sonra,binbir güçlükle okulu bitirir ve kız kardeşini
ve annesini beslemek için çalışmak zorunda kalır.Bunun için elinden fazla birşey
de gelmemektedir.Çünkü yabancı dil bilmekten başka bildiği birşey yoktur.Ona
kalsa,bütün çalışmalarını şiir üzerinde toplamayı;edebiyatımıza bir başka yön
vermeyi ister. Ancak hayat mücadelesi onu çok genç yaşta karşılar.
Ali Şekip ,Hüseyin
Nazmi gibi arkadaşlarıyla başlıca tartışma konusu budur zaten. Raci gibi
kendisini kıskanan,arkasından dedikodular yaratan birine rağmen şiirde birşeyler
yapacağına inanır . Bir yandan , Ahmet Cemil ,bu sarı , uzun saçlı, mavi gözlü
,kalem parmaklı genç, Hüseyin Nazmi’nin kızkardeşi Lamia’yı sever.Tek kaygısı
onunla evlenmek,ona layık bir yuva kurabilmektir.Fakat bu mümkün olabilir mi?
Olabilecek mi? Hep bunu hayal eder.
Okulu bitirdikten
sonra ,zavallı genç çok sıkıntılı günler geçirir.Evlerine gittiğin öğrencilerin
şımarıklıklarına katlanmak zorunda kalır.Ekmeğini kazanır ama, neler pahasına!
Böylelerinden para kabul etmeğe mecbur kalmak ona pek ağır gelir . Başka çare de
yoktur. Pek dayanamaz hale gelince , bu sefer kitapçılara polis romanları
tercüme etmeye kalkar. O çağlarda pek sayılı olan bu kitapçılar da onun derisini yüzerler.Geceler boyu göz
nuru dökerek yaptığı anlamsız tercümelere hiç denecek kadar az para verirler. Ne
öyle eserleri tercüme etmek ister , ne de parasını üzüle üzüle almaya razı
olur.
Ahmet Cemil, günün
birinde “Mirat-I Şuun” adlı gazetede çalışmaya başlar. Hayatı az çok düzene
girer. Hatta ,gazete sahibinin oğlu Vehbi Efendi, Ahmet Cemil’in kız kardeşi
İkbal’le evlenir. O zaman Süleymaniye’de eski bir evde oturan Ahmet Cemil, kız
kardeşini mutlu görmek hevesiyle güzel bir düğün yapar.
Ama bu evlilik, o
zamanın evlenme şartları yüzünden
başarılı olmaz. Evlenenler daha önce birbirlerini tanımadıkları için
bağdaşamazlar. Vehbi Efendi çok kaba, durmadan içen , küstah bir kimsedir. Öyle
alçak bir heriftir ki, karısı hamile olduğu sıralarda beslemelerini okşayarak
onlarla gönül eğlendirir. Ahmet Cemil bu adiliklere
dayanamaz.
Gülle dokunmaya
kıyamadığı biricik kız kardeşinin hırpalanmasına, hatta dövülmesine razı olmaz.
Bir gece, Vehbi, İkbal’I öyle hırpalar, durumunu düşünmeden öyle bir tekme
atar ki zavallı kadın çocuğunu düşürür.
Ahmet Cemil, çıldırmış bir halde, arkadaşı Ali Şekip’in dükkanına kendini atar.
Ali Şekip’e anasınden aldığı küpeleri, yüzükleri emniyet sandığına rehin etmekte
kendisine yardım için gitmiştir. Kız kardeşini ölümden kurtarmak
gerekmektedir.Hiçbir önlem zavallı İkbal’i ölümün pençesinden
kurtaramaz.
Hüseyin Nazmi,
uzakça bir görevle dış işlerine tayin edilmiştir. Memmundur. Ahmet Cemil, bir
gün onu ziyarete gider. Bir aya kadar memleketten ayrılacak olan Hüseyin Nazmi,
sevineceğini sanarak Ahmet Cemil’e başka bir haber daha verir. Lamia’yı
evlendiriyorlardır.O zaman Ahmet Cemil
Lamia’ya ait tek tük hatıra kırıntılarını bir daha yaşar. Bunlar, Lamia’nın
çocukluğu ile ilgilidir. Zihninde, kızı, ailesinin ısrarıyla evlenmeyi kabul
etmiştir diye tasarlar.Bir an sevgisini itiraf etmeyi düşünür.Ama yoksulluğu,
işşizliği aklına gelince bir yuva kuramayacağını kabullenir. Bundan da vazgeçer.
Önce kardeşi,
sonra Lamia… Geriye ne kalmıştır?Eseri mi?Genç adam,bütün ömrürünü koyduğu
şiirlerini bir an bile duraklamadan ocağa atıp yakar. Yaşamı gözlerinde
yaşlar,ağzında acı bir lezzetle seyreder.
O esrin bir anlamı kalmamıştır artık.
Madem ki Hüseyin
Nazmi gidiyor, o da gidecektir. Bir gün Taksim bahçesinde oturuken ileriye ait
tasarlarını, tasarladıklarını hatırlar. Şimdi o da Anadolu’da bir görev alıp
gidecektir işte. Kendisine kırgınlıktan başka birşey sağlamayan bu İstanbul’dan kaçacaktır. Kararını yerine
getirir. Dertli anasını alarak bir vapura biner. Gece karanlığında, son defa
İstanbulu, Cihangiri seyreder. Deniz karanlık, gece karanlıktır. Vaktiyle Tepe
başında, gece, gözlerine bir elmas yağmuru gibi görünen ışıklar sanki sönmüştü.
Şimdi her taraf simsiyahtı. Oda,güneşten, hayatın biçareliğiyle alay eden
ışıktan kaçarak,sonsuz bir yoklukta mutlu ve rahat, yuvarlanıp
gidecektir.
KİTABIN ANA
FİKRİ
İnsan hayatta
karşısına çıkan zorluklara karşı mücadele etmeli,hayallerle gerçekleri birbirine
karıştırmamalıdır.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE
ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ
AHMET CEMİL: Başarılı bir lise hayatı
sürerken,son sınıfta babasını kaybeder ve hayat mücadelesine çok erken
başlar.Amacı şiire başka bir yön vermek iken babasının ölümü herşeyi alt üst
eder.Hayalleri olan bir gençtir.Babasının ardından kızkardeşi İkbal’in ölümü,son
olarak da yakın dostu olan Hüseyin Nazmi’nin kızkardeşi Lamia’nın evlenmesiyle
tüm hayalleri yıkılır.
HÜSEYİN NAZMİ:Ahmet Cemil’in en yakın dostudur.O
da Ahmet Cemil gibi şiire
düşkündür.İlbal’in ağabeyidir.
İKBAL : Ahmet Cemil’in
kızkardeşidir.Özellikle babasının ölümünden sonra annesine ve ağabeyine
bağlılığı artmıştır.
LAMİA: Hüseyin Nazmi’nin
kızkardeşidir.Güzel ve alımlı bir genç kızdır.Ahmet cemil’in kendisine olan
aşkından hebersizdir.
KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ
GÖRÜŞLER
Eser,dili ağır olduğu için pek anlaşılmamakta,devamlı dipnotlara
bakma ihtiyacı hissedilmektedir.Buna rağmen olayların anlatılışı akıcı bir dille
ifade edilmektedir.Hayat şartlarının zor olduğu bir dönemde yazılan eser,insanın
maddi durumunun hayatını nasıl etkilediği açık bir şekilde ortaya
konmuştur.
KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA
BİLGİ
İstanbul’da
doğdu.İstanbul’da başladıgı öğrenimini İzmir’de
tamamladı. Öğretmenlik yaptı,çeşitli memurluklarda bulundu. Edebiyat
hayatına 1884’te atıldı..Geniş bir kültüre
ve bilgiye sahipti.Servet-i Fünun edebiyatının nesir alanında en güçlü
kalemi oldu.Türk edebiyatının en büyük romancısı olarak kabul
edildi.Romanlarındaki konularda çoğunlukla aydınlar arasından şeçtiği halde,
hikayelerinde daha çok halkın yaşayışını konu olarak
seçmiştir.
İki Güzel Günahkar - Ahmet Rasim
KİTABIN KONUSU:
Kitap iki hikayeden oluşmaktadır. Birincisi ‘Bedia’ ikincisi ise ‘Güzel Eleni’ ismindedir. Birinci hikayede Bedia adlı güzel bir Osmanlı kızının yaşadığı aşklardan ve bir sevgilisinden aldığı intikamdan bahsedilir. İkinci kitap ise Eleni adlı güzel bir Ermeni kızının yoksulluktan zengin bir şarkıcı olana kadar başından geçenleri anlatır.
KİTABIN ÖZETİ:
Bedia annesiyle yaşıyan güzel,cilveli ve erkekleri parmağında oynatabilen bir Osmanlı kızıdır. Çapkınlığı ise dillere destandır. Kaç sevgili değiştirdiğinin haddi hesabı yoktur. Bedia kibar bir aile mensubudur. Pederi zengin ve eğlenceye düşkündü. Konaklarında hemen her gece eğlenceler düzenlenir, içkiler içilir, gülüp eğlenilirdi. Bütün bunların Bedia’nın kişiliğinin oluşmasındaki etkisi tabiki tartışılamaz.
Bedia’nın ilk aşkı kendisine hayran olan mahalleden bir gençti.Bedia türlü numaralarla genci iki sene içinde beş parasız bırakarak terketti. İşte Bedia’nın maceraları böyle başlamıştı daha bir çoklarıyla gönül eğlendirdi. Fakat Bedia’nın o kadar fazla erkekle beraber olmasına rağmen bir kişi devamlı aklında kalmıştır. Kitabımızdaki esas olayda zaten budur.
Bedia gençle Çamlıca yolunda göz göze gelmişti. Gencin adı Nazım’dı. Yakışıklı yağız bir Osmanlı delikanlısıydı. Cesaretini toplayıp Kağıthane’yi birbirine katan onun yüzünden silahların çekildiği kızla, Bedia ile konuştu. Bedia’nın da ona kanı kaynamıştı. Bedia ile Nazım’ın birlikteliği böyle başladı. Nazım Bedia’yı çok seviyordu. Kimi zaman günlerce Bedia’nın yaşadığı konağa kapanıyorlar gönül eğlediriyorlardı. Bu sefer Bedia da kaptırmıştı gönlünü. Yalnız Nazım bundan annesine bahsedemiyordu. Çünkü Bedia adı çıkmış bir kızdı.
Annesi bir gün oğlunu çağırarak artık Nazım’ın evlenmesi gerektiğini, ölmeden gelinini görmek istediğini söyledi. Nazım ne yapacaktı. Keşke Bedia namuslu bir kız olsaydı, diye düşündü. Annesinin onu kesinlikle kabul etmeyeceğini biliyordu. Annesine çok bağlı olduğundan onu üzmek de istemiyordu. Kısa bir süre sonra annesi ölünce Nazım annesinin son isteğini yerine getirmek zorunda olduğunu düşündü. Bir süre Bedia ile görüşmedi ve içine kapandı. Ne sonunda Bedia’ya konuyu açarak ayrılmaları gerektiğini söyledi. Bedia çok üzlümüştü ve içinde bir kin belirdi. Nazım daha sonra namuslu bir kızla evlendi, düğününde ise Bedia’yı ağlarken görmüştü. Uzun süre Bedia’yı sevgi ve acıma duygusuyla kafasından atamadı. Bir gün Bedia ile sokakta karşılaştı ve Bedia onu çok özlediğini sadece biraz konuşmak istediğini söyledi. İşte Bedia yine Nazım’ın kanına giriyordu. Nazım kabul etti konuştular. Bedia Nazım’ın aklına girip onu konağa götürdü. İki gece beraber kaldılar Bedia Nazımı karısından boşanmaya ve kendiyle evlenmeye ikna etti. Osmanlı adetlerine göre koca karısına boş bir kağıt gönderirse bu onu boşadığı anlamına geliyordu. Nazım da karısına boş bir kağıt gönderdi. İki gün sonra Nazım evine döndü. Bir süre sonra Bedia’nın hizmetçisi gence bir tezkere getirdi.nazım hiç şüphelenmeden açtı. “Bey, bir kadını aldatmanın zararlı bir sonuç doğuracağını hesap etmediniz mi? Bir fahişe için karısını boşayan erkekten ne fedakarlık beklenebilir? Adiyö; beyim ben seveceğim erkeği buldum”. Bedia Nazımdan intikamını almıştı ve kim bilir kiminle gönül eğlendiriyordu.
KİTABIN ANAFİKRİ:
Bir kadını aldatmak çok kötü sonuçlar doğurabilir.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
• BEDİA: Güzel, erkekleri parmağında oynatabilen, eğlenceye düşkün, kinci bir Osmalı kadınıdır.
• NAZIM: Yakışıklı, annesine düşkün, temiz kalpli bir Osmanlı delikanlısıdır.
• BEDİA’NIN BABASI: Zengin, eğlenceye düşkün biridir.
• BEDİA’NIN ANNESİ: Kızının bir dediğini iki etmeyen biridir.
• NAZIM’IN ANNESİ: Geleneklerine bağlı oğlunun üstüne titreyen bir kadındır.
KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Kitap eski Osmanlı yaşamından güzel bir kesit veren zevkle okunabilecek bir eserdir. Tavsiye ederim.
YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ:
1865’ te İstanbul’da doğdu. Mahalle mekteplerinde başladığı eğitimini Darüşşafaka’da tamamladı. Bir süre gazetecilik ve öğretmenlik yaptı. Bir çok dergide makale, fıkra, gezi mektubu, anı türünde yazıları yayımlandı. 1927’de İstanbul milletvekili oldu ve görevini ölümüne dek sürdürdü. Servet- i Fünun döneminde yaşamış olmasına rağmen bu hareketin dışında kaldı. 21 Eylül 1932’de İstanbul’da öldü. İlk Sevgili (1891), Afife (1894), Güzel Eleni (1893), Meyl-i Dil (1897) gibi otuza yakın roman ve öyküsü ve bir çok fıkra, makale, çeşitli türlerde yazıları vardır.
Kitap iki hikayeden oluşmaktadır. Birincisi ‘Bedia’ ikincisi ise ‘Güzel Eleni’ ismindedir. Birinci hikayede Bedia adlı güzel bir Osmanlı kızının yaşadığı aşklardan ve bir sevgilisinden aldığı intikamdan bahsedilir. İkinci kitap ise Eleni adlı güzel bir Ermeni kızının yoksulluktan zengin bir şarkıcı olana kadar başından geçenleri anlatır.
KİTABIN ÖZETİ:
Bedia annesiyle yaşıyan güzel,cilveli ve erkekleri parmağında oynatabilen bir Osmanlı kızıdır. Çapkınlığı ise dillere destandır. Kaç sevgili değiştirdiğinin haddi hesabı yoktur. Bedia kibar bir aile mensubudur. Pederi zengin ve eğlenceye düşkündü. Konaklarında hemen her gece eğlenceler düzenlenir, içkiler içilir, gülüp eğlenilirdi. Bütün bunların Bedia’nın kişiliğinin oluşmasındaki etkisi tabiki tartışılamaz.
Bedia’nın ilk aşkı kendisine hayran olan mahalleden bir gençti.Bedia türlü numaralarla genci iki sene içinde beş parasız bırakarak terketti. İşte Bedia’nın maceraları böyle başlamıştı daha bir çoklarıyla gönül eğlendirdi. Fakat Bedia’nın o kadar fazla erkekle beraber olmasına rağmen bir kişi devamlı aklında kalmıştır. Kitabımızdaki esas olayda zaten budur.
Bedia gençle Çamlıca yolunda göz göze gelmişti. Gencin adı Nazım’dı. Yakışıklı yağız bir Osmanlı delikanlısıydı. Cesaretini toplayıp Kağıthane’yi birbirine katan onun yüzünden silahların çekildiği kızla, Bedia ile konuştu. Bedia’nın da ona kanı kaynamıştı. Bedia ile Nazım’ın birlikteliği böyle başladı. Nazım Bedia’yı çok seviyordu. Kimi zaman günlerce Bedia’nın yaşadığı konağa kapanıyorlar gönül eğlediriyorlardı. Bu sefer Bedia da kaptırmıştı gönlünü. Yalnız Nazım bundan annesine bahsedemiyordu. Çünkü Bedia adı çıkmış bir kızdı.
Annesi bir gün oğlunu çağırarak artık Nazım’ın evlenmesi gerektiğini, ölmeden gelinini görmek istediğini söyledi. Nazım ne yapacaktı. Keşke Bedia namuslu bir kız olsaydı, diye düşündü. Annesinin onu kesinlikle kabul etmeyeceğini biliyordu. Annesine çok bağlı olduğundan onu üzmek de istemiyordu. Kısa bir süre sonra annesi ölünce Nazım annesinin son isteğini yerine getirmek zorunda olduğunu düşündü. Bir süre Bedia ile görüşmedi ve içine kapandı. Ne sonunda Bedia’ya konuyu açarak ayrılmaları gerektiğini söyledi. Bedia çok üzlümüştü ve içinde bir kin belirdi. Nazım daha sonra namuslu bir kızla evlendi, düğününde ise Bedia’yı ağlarken görmüştü. Uzun süre Bedia’yı sevgi ve acıma duygusuyla kafasından atamadı. Bir gün Bedia ile sokakta karşılaştı ve Bedia onu çok özlediğini sadece biraz konuşmak istediğini söyledi. İşte Bedia yine Nazım’ın kanına giriyordu. Nazım kabul etti konuştular. Bedia Nazım’ın aklına girip onu konağa götürdü. İki gece beraber kaldılar Bedia Nazımı karısından boşanmaya ve kendiyle evlenmeye ikna etti. Osmanlı adetlerine göre koca karısına boş bir kağıt gönderirse bu onu boşadığı anlamına geliyordu. Nazım da karısına boş bir kağıt gönderdi. İki gün sonra Nazım evine döndü. Bir süre sonra Bedia’nın hizmetçisi gence bir tezkere getirdi.nazım hiç şüphelenmeden açtı. “Bey, bir kadını aldatmanın zararlı bir sonuç doğuracağını hesap etmediniz mi? Bir fahişe için karısını boşayan erkekten ne fedakarlık beklenebilir? Adiyö; beyim ben seveceğim erkeği buldum”. Bedia Nazımdan intikamını almıştı ve kim bilir kiminle gönül eğlendiriyordu.
KİTABIN ANAFİKRİ:
Bir kadını aldatmak çok kötü sonuçlar doğurabilir.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
• BEDİA: Güzel, erkekleri parmağında oynatabilen, eğlenceye düşkün, kinci bir Osmalı kadınıdır.
• NAZIM: Yakışıklı, annesine düşkün, temiz kalpli bir Osmanlı delikanlısıdır.
• BEDİA’NIN BABASI: Zengin, eğlenceye düşkün biridir.
• BEDİA’NIN ANNESİ: Kızının bir dediğini iki etmeyen biridir.
• NAZIM’IN ANNESİ: Geleneklerine bağlı oğlunun üstüne titreyen bir kadındır.
KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Kitap eski Osmanlı yaşamından güzel bir kesit veren zevkle okunabilecek bir eserdir. Tavsiye ederim.
YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ:
1865’ te İstanbul’da doğdu. Mahalle mekteplerinde başladığı eğitimini Darüşşafaka’da tamamladı. Bir süre gazetecilik ve öğretmenlik yaptı. Bir çok dergide makale, fıkra, gezi mektubu, anı türünde yazıları yayımlandı. 1927’de İstanbul milletvekili oldu ve görevini ölümüne dek sürdürdü. Servet- i Fünun döneminde yaşamış olmasına rağmen bu hareketin dışında kaldı. 21 Eylül 1932’de İstanbul’da öldü. İlk Sevgili (1891), Afife (1894), Güzel Eleni (1893), Meyl-i Dil (1897) gibi otuza yakın roman ve öyküsü ve bir çok fıkra, makale, çeşitli türlerde yazıları vardır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)